7 Temmuz 2013 Pazar

Sabah gözlerinizi açıyorsunuz;

Yeni bir gün. Dünden kalma sorunlar, bugün sizi sıkacak olaylar. Günün tarihi, saatin kim bilir kaçı. Bunlar hala aklınıza gelmediğinde en mutlusunuz.Kısacası huzur. Güzelliklerin babası olan hani.
İçeriden gelen müzik. Yalnızlık, kalabalığın arasında. Seyrederken dalıp gidilen, içinde kaybolunan deniz. Arada boğaz kokusu. Yokuşlar. Yanan kırmızı ışık. 2 dakikalık duraksamalar. Yürümek, yürümek. Anlatılanları dinlemek. Sonra unutmak. İçine çektiğinizde külleri dağılıp kaybolan sigaralar. Kabuk bağladıkça kanatıp durduğunuz minik yaralarınız. Uzunca merdivenler. Apartman boşlukları. Acıtan anılarınız. 
Bunlar aklınıza gelmeden rahatça nefes alıp verebileceğiniz bir 10 dakika. Uyandıktan sonra, şanslıysanız o da.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

laf karın doyurmuyordu işte, kokuları kovalamaya devam etti.


Ve sonra, bir köşede oturup çelişkilerimden bahsettim. “Ben çayı hiçbir zaman yeterince sevemedim ” dedim, çayı seven insanlardan bahsederken. “halbuki onlar ne kadar olgun, ne kadar kararlıydılar. benimse çayıma kaç şeker atacağımı kestirmem beş dakikamı alıyordu.” bir derin sessizlik oldu. işte o zaman istedim ki, arkadan bir çay kaşığı sesi duyulsun. öyle bir yankılansın ki, son dakikada filmden çıkarılan bir sahnedeymişiz gibi çınlasın kulağımız. onun yerine gerçekle yüzleştirmeyi seçti hayat. karşımda bir canlı vardı ve onun eşsiz soluk alışı. bir kulağım onda devam ettim, “su içerken içimden akan şelaleyi sevdim. herhangi bir parkta çimlerde yuvarlanacak kadar cesur olanları. küçük şehirlerde yaşamayı göze alanları, küçük bir şehirde yaşamayı, durup dururken pencere kenarına gidip rüzgar ve güneşle başbaşa kalmayı çok sevdim de, soluk alıp vermeyi hiç sevemedim. hayat bu ya, bir gün istesem de sevemeyeceğim.”
birkaç saniye yüzüme baktı, sonra kafasını çevirdi. salladı kuyruğunu, başka yöne gitti.