31 Aralık 2012 Pazartesi

-


Bazı şarkılar sadece seni anlatır ya hani. Sadece senin için yazılmış, çalınmış, bestelenmiş. Sadece senin için.
Ağlıyorsun, sonra sözlerini duyup gülümsüyorsun. Alışık değilsin senin gibi olanlara çünkü. Herkes farklıdır dersin, değildir ama. Herkes aynı şeyleri yaşar, ayrılıklar aynıdır, aile sancıları aynıdır. Aynaya baktıklarında gördükleri aynıdır. 
Belli bir amaca hizmet etmek için burdayız diyenlere bakıp iç geçiriyorum bazen. Çünkü amacı sadece “normal olmak” olan biriyim. Sahi? Normal, sıradan olmak dendiğinde dönüp bir kendimize bakmıyor muyuz. Aslında herkesin aynı şeyi yaşadığını söyleyip, sıradan olmak istemek biraz fazla garip değil mi? Garip şeyler istiyoruz. Bu yüzden aynı şeyleri yaşayıp duruyoruz.
Şimdi oldu işte.
Aynı şeyleri yaşamadığımızı söyleyen biri çıksın ve desin ki;
“Ben duygularımın daha ne olduğunu bilmezken, başkalarının duygularını anlayabilirim.”
Aynı şeyleri yaşıyoruz, seninle benim yaşadığım şey başkalarının dertlerinden. “Çekilmeyen” dertlerinden. Ama ne olursa olsun çekeceğiz, iç geçireceğiz, belki ağlayacağız az biraz sonra açacağız müziği ve diyeceğiz ki;
Eğer yaşanılan şeyler aynı olmasaydı benim ruh halimi anlatan şarkıları nasıl yazarlardı?

29 Aralık 2012 Cumartesi

Yaşamak zaten bir mucize, daha fazlasını beklemek haksızlık.



Yeni bir güne uyanmak çok korkutucu geliyor bazen. Hiçbir şeyden haberin yok, olacaklardan haberin yok, o sırada yaşanan acılardan, yaşanacaklardan, göz yaşlarından, kahkahalardan haberin yok. Yaşamlardan haberin yok, ölümlerden de. 
Yaşamak, uyanmaktan da korkutucu belki de. O sırada gülüyorsun, eğleniyorsun ama bir sonraki adımından bile emin değilsin. Göz yaşını kontrol edemezsin, bir sonraki anından bile emin değilsin. 
Her şey o kadar garip ki bazen. Rüyalar, hayaller, insanlar, acılar, mutluluklar, şarkılar, filmler, kitaplar, hayat, ölüm. Bir gün önce hiç gülmediğin kadar gülerken, ertesi gün hiç tahmin etmediğin şekilde, hiç tahmin etmedeğin yerlerde, hiç tahmin etmediğin kişilerin yanında, hiç tahmin etmediğin kişiler için ağlayabiliyorsun bir hayatın akıp gidişi karşısında. Kapıdan çıktığın anda, aynı koridorun farklı uçlarında birbirlerinden haberi olmayan iki arkadaştan diğerinin dünyaya getirdiği minik meleğin karşısında bütün gözyaşların bir anda siliniyor, yaşadığını hissediyorsun, hayatın varlığını anlıyorsun. Hayat bu kadar değişken işte. Hiçbir şey kalıcı değil zaten, duygular da hayaller de.
Hayat yeterince garip, daha fazla değişiklik aramaya gerek yok aslında.
Ölüm, belki de en büyük huzur, arkadasından dökülen gözyaşı nedendir bilinmez ama ağlamak rahatlatır zaten.

28 Aralık 2012 Cuma

-


Ucu kırılmış, boyaları sökülmüş kaldırım taşlarına diktim gözlerimi. Burunları yağmurdan ıslanmış botlarımı izliyorum. Acıdan güler ya bazen insanlar, sahte bir gülüş yapıştı suratıma. Omuzları omuzlarıma dokunacak sanki, öyle yakın. Rüzgar öyle güçlü esiyor ki saçlarım gıdıklıyor tenimi. 
 -Kaç yıl oldu seni görmeyeli, dört mü?       
+Ebru ?
-Meraba…                                         
Daha önce hiç adımı söylediğini sanmıyorum. Her gün yüzlerce kez duyduğum o isim nasıl da titretti içimi. Adım bu benim. Ebru ben.  
Bakışları ne kadar değişmiş öyle! Sesi de bu kadar kalın mıydı yoksa uğuldayan kulaklarım mı bana oyun oynayan? O yıllarda öyle çok kurdum ki hayalini, gerçeği ayırt edemediğim olurdu. Her gittiğim yerde seninle karşılaştım tekrar tekrar. Kiminde beni izledin, kiminde ellerimi tuttun, dudaklarımı öptün, kiminde şarkılar söyledin yeniden. Sokakta yeniden karşılaştık. Eve kollarına döndüm sonra, sarılıp uyuduk seninle. Tüm bunları düşünürken  gözlerin eskiden kalma bir iz arıyor yüzümde. Hemde seninle hiç anımızın olmadığı bu caddede, eski evimizden kilometrelerce uzakta… Heyecan değil hissettiğim. Malum, ne aşk kaldı yıllardan geriye ne özlem. Şaşkınım, o kadar.
 Neden ağladığımı bilemeyecek kadar…
Tek başıma…

27 Aralık 2012 Perşembe

Hem benden bu kadar uzak, hem de nasıl dört bir yanımda olmayı başarıyorsun bilmiyorum.


Tek bildiğim her anımda seni hissettiğim. Sanki Tanrım almış seni benden, onlarca parçaya bölmüş görünmez elleriyle, yüzlerce farklı noktaya, yüzlerce farklı bedene dağıtmış seni. Radyolarda sesini duyuyorum. Her gece karanlık yollarda benimle yürüyor kokun. Bakışlarını görüyorum yabancı yüzlerde, heycanlanıyorum. Umutsuzlaşıyorum.
Ne zaman soğuktan üşüse ellerim, dönüş yolu için aldığım çöreklerden biri öylece bana baksa, her sabah seni uyandırmaya açtığım gözler yaşlarla kapansa, ne zaman kurusa bu dudaklar, dökülecek aşk kalmasa içimde, içime işliyor yokluğun. Küçücük evimizde, bana kocaman bir dünya yaratan adamın benimle kesişen bir tek yolu bile kalmamış. Omuzlarındaki çilleri bile ezbere bilirken, yıllardır hasret kaldığım bu adamın yaşadığından bile emin değilim şimdi. Hoş ya, yaşıyorum ben de. Yaşamak denirse eğer…

20 Aralık 2012 Perşembe

Her zaman merak etmişimdir ölümümden sonra gerçekleşecek şeyleri.

Ardımda bıraktıklarımın vereceği tepkileri, söyleyeceği şeyleri. Kimin üzüleceğini, kimin sevineceğini, kimin beni hep hatırlayacağını, kimin yas sonrası hemen unutacağını. Bunlar hep kafamın içinde soru işareti olarak kalacak. Ve giderilemeyecekler. Mümkün değil çünkü. Belki mümkündür diyerek felsefe yapmak istemiyorum, nesine yapılırki bunun. Eminim siz de merak ediyorsunuzdur, kiminiz belki etmiyordur, kiminiz belki benden çok merak ediyordur. Gerçekten merak edilesi bir konu ama. Sen öldükten sonra hep diğer tarafta olacakları düşünüyorsun, peki ya bu tarafta neler olacak? Birçok şey söyleniyor öbür tarafla ilgili. Cennet, cehennem, günahlar, sevaplar vs. Ama bu tarafta yaşanacak şeylerle kimse ilgilenmiyor. Belki ilgileniyordur. Bence ilgilenilmeli. Az çok tahmin edebiliyorum, ailem üzülecek, belki aylarca, belki yıllarca sürecek bu yas. Peki ya çevremdekiler? Kestiremiyorum neler olacağını. Yalan çığlıkları, gözyaşları.. Her neyse yine çok konuştum. Siz beni anlamışsınızdır umarım. Anlamasanız da önemli değil zaten, ben anlattım.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Yolunu şaşırmış bir kabusda yaşıyorum ben.

Yatsam uyuyamıyor, her kalkışımda aynı acıya açıyorum gözlerimi. Nasıl bir paronoya bu içimde, bu için için yiyen beni, bilmiyorum. “Güvensizlik” diyorlar bu yaşadığıma. Hayatımda kim güvenimi haklı çıkardı ki kendime güvenecekmişim?
Canım acıyor. Sevdiğini söylediğin insanı acıtmak vicdanını az da olsa sızlatmaz mı insanın? Ağlamak geliyor içimden. Kırmak elime ne gelirse, yıllardır içimde biriken bu orduyu azat etmek, bağıra çağıra inletip duvarları, akıtmak istiyorum bu içimdeki zehri.
Ne zaman sarılsam boynuna, acemi bir tereddüt bu titreyen ellerimdeki. Umutsuzluk mu benim hastalığım, inançsızlık mı?

13 Aralık 2012 Perşembe

Bazı yalanlar ne kadar gerçekçi!

 Hele sevdiğinse seni inandıran.
“Aşk yoktur” demiştin bana. İçimdekinin aşk olmadığına inandırmıştın.
Oysa mutlu çiftler görüyorum. Birbirlerinin avuçlarında yaşam bulmuş, birleşen dudakları olmasa nefes alamazmış gibi bakan birbirine.
O da mı aşk değil?
Yoksa unutamadıkları maziyi mi gizliyorlar benim gibi?
Yıllar da geçse, onlarca, hatta yüzlerce beden de geçse aralarından, aşklar bile geçse unutamıyor insan. Her sözünün doğruluğuna adım gibi inandığım adam “Unutulur” demişti. “Herkes unutulur.”Eşyalarını da, kalbini de, her şeyini istisnasız çantasına koyup terk ettikten sonra bile benden gidememiş olan adam, benim gözümde “Herkes” olabileceğini sanmış.
Beni de kendi gibi ruhsuz olduğuma inandırmış…

10 Aralık 2012 Pazartesi