13 Aralık 2013 Cuma

Benden önce ölmesin nolur.

Tuza uzanıyor adam. Ve kadında hep yapmamasını söyleyen bakışlar. 
Çaya attıkları şeker miktarı ise aynı. 
Çok. 
Kadının içi rahatlıyor.
Gülüyor.
Adamın da içi rahatlıyor. 
Daha fazla tuz atmak için uzanıyor. Ve kadında hep bu seferlik tamam diyen bakışlar.
İlk yedikleri yemeği hatırlamasına rağmen adamın tuz atıp atmadığını hatırlamadığı geliyor aklına. Keyfi kaçıyor.

*Ne içersin?
-Farketmez.
*O zaman iki kahve alalım biz.
-Ne okuyorsun?
*Patti Smith - Çoluk çocuk. Arkasına okuyayım sana.
“…yaşlıca bir çift önu¨mu¨zde durup alenen bizi incelemeye başladı. Robert ilgi çekmekten hoşlanıyordu, heyecanla elimi sıktı.‘Hadi, fotoğraflarını çek,’ dedi kadın, hayretler içindeki kocasına. ‘Sanatçılar galiba.’ ‘Hadi canım,’ dedi adam, omuz silkerek. ‘Çoluk çocuk bunlar.’” Şimdi kitapta şunu anlatıyor.
Üç nokta.
Yazmadığına bakarak bu sefer kadının dinlemediğini ya da anlatılanları unuttuğunu söylemek çok gülünç olur ama. O an O anlatırken ne düşündüğünü bile hatırlıyor. Tırnakları diyor ne kadar güzel. Mesela kendi ellerinden utanıyor. Yine uzansa ya tuzluğa. Tuzluk yoktu doğru ya. Bir kaç saat sonra. Kahve içsin. Ya da bıraksın kahveyi soğumaya, anlatmaya devam etsin. Kahvenin yanındaki lokumun kötülüğünden de konuştular.
Ama aklı hala tuzda. Sahi eklemişmiydi tuzu midye tavaya.

Daha yemeğin tadına bile bakmadan tuz ekliyor adam. Ve kadında yine korkusunu saklamaya çalışan bakışlar.
Çaya attıkları şeker miktarı ise aynı.
Çok.
Fakat kadın biraz daha atıyor.
Belki diyor içinden, böylece benden fazla attığı tuzun zararına eşit olur. Benden önce ölmesin nolur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder