13 Kasım 2012 Salı

Son mırıldanmalardı bunlar.


Kızın titrek sesi, söylediği şarkının güzelliğini arttırıyordu. Tanımasa bile insanı insan yapan masum duygularıdır. İnsan, masum bulduğu şeylere karşı dayanıksızdır. Belki bütün bir hayatını yok edecek üzüntüler yaşamıştır insan, zayıf düştüğünü kabul ederken bile pişmanlıklarını ardına gizlemeyi tercih eder insan. İnsan utangaçtır. İnsan, insan olmanın güçlü bir şey olduğunu sanarken basitliğini anlatır diğer insanlara. İnsan güçlü olduğunu bağırmaz. Zayıf kalbini bir tek kendisine açar. İnsan, kafasına doğru silah tutarken bile güçlü olduğunu zanneder. Oysa insan intihara meyillidir başından. Saniyelik hayatına son verme işini yine saniyeler üstlenir, güçlü olan kendisi değildir. Güçlü olan zamandır. İnsan, kafasına silah tutarken bile yan odadan gelen birkaç sese kulak verir. Çünkü insan, duyularını başkalarına kapatmaz. Kendisine kapatır.
İnsan güçlü değildir. Güçlü olan akıp giden zamandır. Akıp giden bir şey nasıl güçlü olabilir demeyin. Sabit şeylerdir basitliğinizi taçlandıran.

12 Kasım 2012 Pazartesi

“Zaten ciğerlerin yandığında yanında olanlar, olmayanlar ile birlikte yok olurdu.”



Ki önemli değildi zaten. Yanında kimin olduğu, teselli verenin adının ne olduğu. Sen her koşulda onları görmüyordun. Ne yaptım ben diye sorarken bile. Yalnız başına cevaplar ararken bile. Çünkü önemli değildi bir acının diğer acılarla birlikte sunulması insanlara. 
Çok mu acı çektin derler ya adama. Yatakta dönüp dönüp yorganı ittirdiğinde, gelip birinin başında söylenmemesi öyle bir yer eder ki sıfatına. Birden çirkin bir kadın olup çıkarsın.
Çok saçma lan dersin. Ama çok saçma lan dersin.

11 Kasım 2012 Pazar

Sevmekten değil bunu göstermekten korkuyoruz. Oysa tam tersi olmalı.


Bir yanım açık olmaya çekiniyor. Korkmadan konuşmayalı o kadar uzun zaman oldu ki. Hep bir karşımdakini düşünme hali bende. Hep bir “Aman söylersem gider” korkusu. Hep karşımdakinin duymak istemeyeceği şeyler düşünmenin suçluluğu. Hep içime atmaya o kadar alışmışım ki konuşmak için elime fırsat geçtiğinde dahi susmam gerekiyormuş gibi hissedip geri çekiliyorum.
Anlamıyorum. İnsanlar neden sevildiklerinde giderler? İnsanlar belki de sevildiklerinde gitmezler, ama bana böylesi öğretilmiş olsa gerek.
Ve çevremde ne kadar seven insan varsa hepsi terk edilmiş. Oysa bizden uzakta mutlu olmayı başarabilmiş insanlar var. “Birlikte” olmayı, karşılıklı sevmeyi ve sevgilerinin tadını çıkarmayı başarabilmiş insanlar. Ne var ki bunların hiçbiri benim çevremde değiller. Belki onlar da mutlu değiller ama çevremde olmadıkları için mutsuzluklarına tanık olmuyorum.
Böyle konularda bana karamsar olmak öğretildi. “Aman ha sevdiğini belli etme gider yoksa” dendi hep. “Biraz gizemli ol” dendi. Ergenliğimden beri bunu böyle bildim. Zaten bunu bana ilk söyleyen de annemdi.
Hayatımın yalnızca bir döneminde korkmadan sevdim. Ve korkmadan anlattım bunu o insana. Ona “aşkım” kelimesini bile kullandım. Hani sizin şu “çok yavşak” bulduğunuz kelimeyi. Yavşak buluyorsunuz çünkü size böylesi öğretilmiş. Çünkü herkes herkese aşkım demiş ve bir anlamı kalmamış. Hayatında çok fazla insana “aşkım” dememiş ve çok fazla insanın kendisine “aşkım” demesine izin vermemiş birine soracak olursanız dünyadaki en özel kelimedir bu. Yavşak değil, büyülüdür. Hayatımda sadece bir dönem o kadar cüretkar olabildim.
Oysa cüretkarlıkla ilgisi yoktur bir insanı sevmenin. Bir insanı “seversiniz” ve hepsi bu. Ötesini düşünmemelisiniz. Ve uzağınızdaki, mutsuzluklarına tanık olmadığınız ya da gerçekten mutsuz olmayan çiftler gibi olmayı başarırsınız.
Tabi, sırf siz onu sevdiniz diye gitmezse.
Diyorum ya, anlamıyorum. Bize öğretildiğinden mi bu böyle; yoksa gerçekten, sevilen insanlar gidiyor mu? 
Gerçekten sevgi göstermek kötü bir şey mi?
Ya mantıklı olun. Sevgi göstermek nasıl kötü bir şey olabilir ki? Bence sevgi göstermenin çay demlemekten farkı olmamalı. 
Sevgiler.

9 Kasım 2012 Cuma

Bir iki satır.


Gece uyumadan önce ve sabah uyandıktan sonra. Belki de olur olmaz kuruntularımı kendi içinde tutmalı. Çok güzel bir şarkı açıp, kahvaltı hazırladım kendime. Perdenin arkasından evi aydınlatan yağmurun güzel yağmadığı bir sabahı kim sevmiş ben seveyim. Güzel değil bugün hiçbir şey. Bazı günler sıkıcılığını sabit bir şekilde belli eder zaten. Gece uyumadan önce sıkıcı olacaktır yarın, sabah uyandıktan sonra sıkıcı olmuştur bugün. Dakika tutuyorsan suyun kaynamasına, sıkıcıdır o gün. Falan filan işte.
Bugünün depresifliğine hitaben;
Birilerine en çok ihtiyaç duyduğum zaman, senden on kat yalnız olan birinin içini acıtırsa bil ki ihtiyacım olan tek şey yalnız kalmaktır. Ve bunun yanında çok alakasız ama. Yağmurun kardan daha önemli olduğunu belirtmek isterim. Sıkıcılığın ile paralel olan tek şey hava durumudur.
Bugünün en istediğim havasına hitaben;
Böyle durduk yere hiç olmadık sebepten içinde oluşan kime, neye olduğunu bilmediğin özlem çok düşündürebilir seni. Yahut bir şarkının sözleriyle hiç alakası olmayan duyguların o şarkıyla bütünleşebilir. Ne bileyim. Herkesin bir hissiyat içinde olduğu zamanların favori şarkıları olmalı. Ya da bir şarkının yarattığı hissiyatı dolu dolu yaşamalı.
Bugünün gereksiz yere mutlu eden şarkısına hitaben;
Ve bir iki satır;
Beni bu dört duvarın arasında aramayın. Yaşam asla dört duvar arasında değildir.”

8 Kasım 2012 Perşembe

Yavaştan melodisi ağırlaşan, sonunda patlayıp çığıran o noktayım.


Belirli bir yerde tıkılıp kaldım. Belirli çizgilerimle yaşıyorum. Haşır neşirim monotonluk ile. Aynı şeyleri yapmaktan sıkılmış bedenim olabilirdi. Olamadı.
İnsanlar hoşlanmadıkları konulardan konuşmamalı. Onlar konuştukça korkuyorum. Farklılaşıyorlar. Bir sözden diğer söze atlarken bütün benliklerini görüyorum önümde. Ürküyorum onlardan. Yargılamayın artık. Üzülün.
Hiçbir olaya takılı kalmadım. Hiçbir adama. Hiçbir anıya. Bu takıldığım konu ise farklı olmamalı benim için. Çok farklı. İstiyorum. Sadece istiyorum. Ama olmasın. İstemekle yetinmeyi bilin. Dursun bi’ köşede. Almayın.
Kendinizden gideceğiniz zamanlar olur. Durdurun beyninizdeki her bir siniri. Her bir dilinizi. Çok diliniz var

7 Kasım 2012 Çarşamba

Gerçek hava durumu; Parçalı bulutlu sakinlik. Hissedilen hava durumu; Gökgürültülü sağnak mutsuzluk.


Akşam yağmuru vücuduma bi güzel yerken ve de yürürken işim gücüm yok, mutsuzum diye ağladım. Çünkü ağlamak için en müsait zaman yağmur yağarken ki zamandır. Kimse anlamaz, kimse bakmaz, kimse sormaz. Niçin ağladığından mı bahsetmelisin, neden ağlayamayacağından mı? 
Yağmur yemiş saçımı yıkamadım, derler ki yağmur iyi gelirmiş saça. Ruhuma, bedenime, duyguma. Şimdi neyin neye iyi geldiğini merak ederken insanlar ben hepsine talip oluyorum. İyi olma adına kırılmaya çalışılan rekor denemeleri benimki. Ters teper diye beklediğim kötü durumlarım beni beklerken, ben yine sırf ortam rahat diye ağlıyorum.
İçinde “yalnızlık, mutsuzluk, gözyaşı, yağmur” bulunan beynimi yediniz.

4 Kasım 2012 Pazar

Biride çıkıp “ne yapıyorsunuz yahu siz?” dese keşke. Biri dese.



Anlık duygularla bütün duyguları yıkmak gibi bir şey aslında bu. Ya da gerçeğin aslında her yanlışı kapsadığını düşünmek gibi. Bilemezsin ki. Seni bazı şeyleri bil diye gönderirler bir yere. Aslında bildikçe kirleneceğin yer olduğunu bile söylerler açık açık. Ama sorma hakkını alırlar senin sanki. Soramazsın. Hesap soramazsın.
Keşke biri çıkıp dese bütün yanlışları. Tek tek bilsek yanlışları. Ayıklasak bi’ kenara. Devam etsek.
Keşke o “biri” olsa. Ya da “birini” farketsek. Güzel olmaz mıydı?

3 Kasım 2012 Cumartesi

HEPSİ..


Hepsi suratlarına bakmamı istedi. Titreyen çeneleri daha cezbediciydi oysaki. Bir insan titrediğinde afallardım. Ciddiyetimi geri alırdım. Ciddiyet. Öz kadar benimdi. Şimdi değil.
Hepsi gözlerine bakmamı istedi. Sinirden yumruk yaptıkları elleri daha önemliydi sanki. Sinirli olduklarında korkardım. Masumiyetimi geri alırdım.
Kafamı eğip utandığımı düşünen o suratlara bakmadım. Nerede insan olduklarının belirtileri vardı. Oradaydım. Birinin titreyen çenesi. Birinin elleri. Diğerinin bağırdıkça boğazından fırlayan damarları. 
Çünkü önemliydi. Suratlarına bakıp onlara benzememek önemliydi.

2 Kasım 2012 Cuma

Şimdi bakıyorum da;


- ki ben arada böyle saçma sapan geçmiş kıyaslamaları yaparım- ölü olmuş oldun sen benim hayatımda. Ölsen de böyle olurdu.
Bunu nasıl doğru ifade ederim bilmiyorum ama aklıma geldi, yanlış anlama ölmeni falan istediğim yok; olmadı da hiçbir zaman, ölümle de şaka olmaz, ama. Ama ölsen de böyle olacaktı, bu şekilde, sıfır, kalacaktın.
Yani ben sana ölmüşsün muamelesi yaptığım için bir yerlerde yaşadığını duymaya asla tahammülüm yok, gözlerimi çevirdim ya bu yüzden, işte
işte nerden aklıma geldi bilmiyorum, neden söylemek istedim, istemem asla, asla istemem; anlatamıyorum ne demek istediğimi ama sen ölsen de tam olarak böyle olurdu hayatım ya.