31 Ekim 2012 Çarşamba
ÇOCUKLUK..
Çocukken dondurma almak için bakkala yürürdüm. Yeni bir dondurmayla suratımı boyarcasına koşardım anneme. Annem hep bağırırdı camdan;
-Kenardan kızım, kenardan yürü!
En korktuğum şeyin, üstüme gelen arabalar olması.
En sevdiğim şeyin, dondurma alıp geri döndüğümde gözümün dondurmadan başkasını görmemesiyle, arabalardan korkmamam olması.
Fazla çocuksu.
Şimdi ise herhangi bir nedenden, herhangi biri için yolda yürürken kenardan yürümüyorum.
Evet, hala arabalardan korkuyorum, hala dondurma sonrası boşveriyorum arabaları.
Ama artık camdan çıkıp bana kenardan yürümemi söyleyecek biri yok. Olmasına rağmen, yok. İstememe rağmen, yok.
Bir de benim annemin hunharsızca bağırışlarından utanmam vardı. Çevredekilerin bize dikkatlice bakıp gülmesi, rezil olma durumum vardı.
Şimdi anlıyorum o rezilliğin değerini.
Şimdi anlıyorum o rezilliğin, aslında benim hayatımda ki en basit, en güzel, en saf, en gerçekçi anı olduğunu.
Ve hep o anılarımı düşünüp, geri dönmek istiyorum çocukluğuma, yaşamımın en güzel dakikalarına.
30 Ekim 2012 Salı
Bugün üşüdüğümde anladım ki, artık mont giymenin zamanı gelmiş.
Oysa nasıl da inat etmiştim tam anlamıyla kış gelmeden giymeyeceğime. Sokakta insanlar yüzüme bir garip bakıyorlar. Neden bilmiyorum. Acaba bir şeyler ters mi gidiyor diyorum. Burnum mu kanıyor? Son günlerde her sabah burnum kanıyor. Aramızda kalsın, annemin haberi yok. Hani büyük hayal kırıklıklarının arkasından gelen o boşluk hissi vardır ya. Hiçbir şey hissetmediğin, hafiflediğin zamanlar olur ya bazen. İşte ben şimdi o hissi bile yaşayamıyorum. Hafif bile değilim yani. O kadar yokum ki bir insan daha fazla yok olamazdı. Hiçbir zaman canının acısını görmezden gelebilen insanlardan olamadım. Dışarı karşı hep gülümsedim ama içimden hep ağladım. Hani ilk konuşmamızda bana kurduğun ilk cümle vardı ya hatırlıyor musun? “Gözlerin hep ıslak, sanki hep ağlamışsın gibi…” O zaman sana “Kalbim hep kırık”demiştim.Sen gözlerimde ısrarlıydın. Bense sana her zaman ağladığımı söylememeye kararlıydım. Çünkü daha o gün, senin beni çok sevmeni isteyeceğimi biliyordum. Bu durumda hep ağladığımı bilmemeliydin. Bana küçükken “Erkekler güçlü kadınları severler” demişti birisi. Çocukluk aşkımın annesi. Ah, oğlunun karşısında da az ağlamadım ya o kadının! Şu sıralar kafamda hep “Ne oldu bana böyle?” sorusu var. Yani aslında senin bu uzaklığını normal buluyorum. Çekilecek dert değilim bugünlerde. “Beni hep bu kötü havalar mahvetti” desem yeridir. Yağmur yağacak gibi oluyor hava kararıyor ya, o zaman alıyor beni bir korku.
Oysa yağmurdan korkmam ne kadar yersiz. Çocuk değilim ya. Üstelik sen bana“Korkma ben varken sana bir şey olmaz” cümlesini de kurmuşken.“Yanındaymışım gibi düşün işte, korkma…” Her kadına kurulmuş cümleleri ne kadar da büyütüyorum değil mi? Bunun için beni suçlayamazsın. Ben her insana, o insana özel cümleler kurarım. Ve hatayı ben yapmadım, sen yaptın. Bana“Hayatıma girmiş diğer kadınlar gibi olma” cümlesini kurduğun halde benden hayatına girmiş bütün diğer kadınlar gibi olmamı bekleyerek.
Hayır ben yapamazdım. Ben seni aldatamazdım. Senin karşında başkalarının tarafını tutamazdım, birileri uğruna seninle tartışamazdım. Ve daha ne varsa işte. Ben senin çevrendeki kadınlara benzemiyorum, ve istesem de benzeyemezdim.
29 Ekim 2012 Pazartesi
Uyuz olduğun tek şey ellerini yıkadıktan sonra ıslanan kol manşetin olsun. Bırak huysuzlanmayı. Huzursun
Böyle uzak olmak her şeye, güzel. Şimdilik her şey yerli yerinde. Tam olarak çay yapmayı öğrendiğim gün gibi.
Sıkılmıyorum.
Bir poşet dolusu abur cuburun getirdiği saf mutluluk var. Kimsenin karışmadığı mutluluk. Kimsenin içine dahil olmadığı.
İyi şeyler diğerleri olmadan olsun hayatında.
Diğerleri, yanlış senin için.
Sıkılmıyorum.
Bir poşet dolusu abur cuburun getirdiği saf mutluluk var. Kimsenin karışmadığı mutluluk. Kimsenin içine dahil olmadığı.
İyi şeyler diğerleri olmadan olsun hayatında.
Diğerleri, yanlış senin için.
Keşke demeyi öğrendiğin güne lanet olsun. İyiki diyemedin bi.
Dönüp baktığında gördüğün tek şey boşluk değil. Saçma salak aşk acıları hiç değil. Aile sancıları olsa olsa 2-3 sene seni çocuk tutar. Aslında adam akıllı yaşamadığın gerçeğini kabullenmen lazım. Hayır, yanlış yaşamadın kızım. Yine olsa, yine alırsın o orospu çocuklarını hayatına. Hayır, değişemezsin hiçbir zaman. Sürekli dönen, bir şeyleri değiştirdiğini söyleyen saatler değil senin yarışman gereken şey. Zaman değil. Görüp görebileceğin en güzel şey iki büyüğünün arasında uyumaktı. Yüzünü döndüğün her yerde, girdiğin her odada gördüğün insanlardı. Geçti gitti. Öyleydi ya. Gördüğün en kötü rüya birilerinin ölümü. Uyandığında başındakilerin söylediği tek şey. “Geçti gitti.”
28 Ekim 2012 Pazar
Bir süreliğine eskilerin yüzüne bakmayacağım,ta ki aslında onları daha çok sevdiğimi anlayana kadar
Bazen en güzel uykumdan uyanır gibi geçiyor zaman,bazense saatler gibi gelen dakikalarda kayboluyorum.Zor olan ne aslında biliyor musunuz,en zor gelen şey,yeni birilerine kendini anlatmak.İstemeden gösterilen çaba,fark etmeden yapılan davranışlar tedirgin ediyor beni.Evet yeniler güzel,yenilikler her zaman daha çekici ama bir bakışımla ne istediğimi anlayan insanları oluşturmak en zoru.Kim varsa hayatımda tıpkı böyle,bakıyorum biz yıllarımızı vermişiz o hale gelmek için.Yeni olanlara alışmak,beni anlamalarını beklemek,onları anlamaya çalışmak bunlar o kadar zor geliyor ki.
Bazen her şey yeni şarkıların varken dönüp eski sevdiğin şarkıları dinlemek gibi.Tanımak,sevmek,alışmak,uyum sağlamak bunları istiyorum,bunun için çabalıyorum,herkes gibi,ancak bir yerlerde hep bir pürüz var. Ne kadar zor kendini anlatmak,ne kadar zor insanlara yaşamını anlatmak,ne kadar zor birilerini dahil etmek hayatına. En kötüsü eskilerle kıyaslamak.Ne eskiler bunu hak ediyor,ne yeniler.
Sadece insanlardan bahsetmiyorum,eşyalar,davranışlar,alışkanlıklar,şehirler,küçük hatıralar.Hepimiz eski anıları hatırlatacak zamanlarla karşılaşıyoruz ve bu yüzden o an yaşadığımız şeyin güzelliğini fark edemiyoruz.Ya da kıyaslıyoruz,daha önce mi daha mutluydum diye.Çok yanlış yapıyoruz.
Yolunda olmayan hiçbir şey yok,mutsuz da değilim fakat yenilere alışmaya çalışıyorum.Bazen bir şeyler anlatırken susuyorum,kendi kendime boşver bunu anlatma diyorum.Bazen Ebru hayır böyle davranma belki yanlış anlayabilirler diyorum.Zaaflarımı saklamaya çalıştıkça her kelimemde açığa vuruyorum üstelik.Ne kadar zor hayatımıza birilerini dahil etmek.Belki çok kısa bir süre sonra hayatımın büyük kısmını oluşturacak insanlara o kadar yabancıyım ki.
Benim en sevdiğim filmi bilmiyorlar mesela,ya da en çok neyden korkarım bilmiyorlar.Herhangi bir davranışımı yanlış yorumlamayacak kadar tanımıyor olmaları beni tedirgin ediyor.
Kimseyi düşündüğümden değil,kendi kaygılarımda takılı kaldım.Biraz bencilim,hatta oldukça bencilim.Belki ben de onları çok farklı yorumluyorum,belki ben de yanlış şeyler düşünüyorum onlar hakkında.
Bir yerden sonra tıkanıyorum,paylaşıp paylaşmamam gereken ayrıntılarda sıkışıyorum.Hep bir acaba deyişim var içimde.
Sanki bu ben değilmişim gibi geliyor.Zamana bırakınca her şeyin çok güzel olacağını biliyorum ama sabırsızım.İnsan kendini tanıyan insanların yanında mutlu olabiliyor.En ufak bir mimiğimle bile ne hissettiğimi anlayacak insanlar yaratmak zor geliyor.
Dedim ya biraz bencilim,bazen onları tanımaya çalışırken söylediklerini duymazdan geliyorum,kendi derdime düşüyorum çünkü.
Şimdilik geçmiş şarkılarda gizli,hayıflanmak yerine çabalamayı seçiyorum bir kaç gündür.İnanıyorum her şey güzel olacak tıpkı yıllar önce olduğu gibi.
Saatlerce çok saçma bir şeye gülebilecek kadar samimi arkadaşlar yaratmak kolay olmayacak ama,en azından deniyorum.
Bir yandan da yeni insanlar tanımak çok güzel,yeni aldığın ayakkabıyı giymek için sabırsızlanmak gibi.
Bazen her şey yeni şarkıların varken dönüp eski sevdiğin şarkıları dinlemek gibi.Tanımak,sevmek,alışmak,uyum sağlamak bunları istiyorum,bunun için çabalıyorum,herkes gibi,ancak bir yerlerde hep bir pürüz var. Ne kadar zor kendini anlatmak,ne kadar zor insanlara yaşamını anlatmak,ne kadar zor birilerini dahil etmek hayatına. En kötüsü eskilerle kıyaslamak.Ne eskiler bunu hak ediyor,ne yeniler.
Sadece insanlardan bahsetmiyorum,eşyalar,davranışlar,alışkanlıklar,şehirler,küçük hatıralar.Hepimiz eski anıları hatırlatacak zamanlarla karşılaşıyoruz ve bu yüzden o an yaşadığımız şeyin güzelliğini fark edemiyoruz.Ya da kıyaslıyoruz,daha önce mi daha mutluydum diye.Çok yanlış yapıyoruz.
Yolunda olmayan hiçbir şey yok,mutsuz da değilim fakat yenilere alışmaya çalışıyorum.Bazen bir şeyler anlatırken susuyorum,kendi kendime boşver bunu anlatma diyorum.Bazen Ebru hayır böyle davranma belki yanlış anlayabilirler diyorum.Zaaflarımı saklamaya çalıştıkça her kelimemde açığa vuruyorum üstelik.Ne kadar zor hayatımıza birilerini dahil etmek.Belki çok kısa bir süre sonra hayatımın büyük kısmını oluşturacak insanlara o kadar yabancıyım ki.
Benim en sevdiğim filmi bilmiyorlar mesela,ya da en çok neyden korkarım bilmiyorlar.Herhangi bir davranışımı yanlış yorumlamayacak kadar tanımıyor olmaları beni tedirgin ediyor.
Kimseyi düşündüğümden değil,kendi kaygılarımda takılı kaldım.Biraz bencilim,hatta oldukça bencilim.Belki ben de onları çok farklı yorumluyorum,belki ben de yanlış şeyler düşünüyorum onlar hakkında.
Bir yerden sonra tıkanıyorum,paylaşıp paylaşmamam gereken ayrıntılarda sıkışıyorum.Hep bir acaba deyişim var içimde.
Sanki bu ben değilmişim gibi geliyor.Zamana bırakınca her şeyin çok güzel olacağını biliyorum ama sabırsızım.İnsan kendini tanıyan insanların yanında mutlu olabiliyor.En ufak bir mimiğimle bile ne hissettiğimi anlayacak insanlar yaratmak zor geliyor.
Dedim ya biraz bencilim,bazen onları tanımaya çalışırken söylediklerini duymazdan geliyorum,kendi derdime düşüyorum çünkü.
Şimdilik geçmiş şarkılarda gizli,hayıflanmak yerine çabalamayı seçiyorum bir kaç gündür.İnanıyorum her şey güzel olacak tıpkı yıllar önce olduğu gibi.
Saatlerce çok saçma bir şeye gülebilecek kadar samimi arkadaşlar yaratmak kolay olmayacak ama,en azından deniyorum.
Bir yandan da yeni insanlar tanımak çok güzel,yeni aldığın ayakkabıyı giymek için sabırsızlanmak gibi.
27 Ekim 2012 Cumartesi
Kimi giriş müzikleri diyorduk.
Kim bilir kaç yıllık şarkı, inan ki hiç hatırlamıyorum. Ama hani bugünlerde durmadan dinlediğim o Gripin şarkısı gibi, bir dönem bunu durmadan dinliyordum. Üzülüyordum da. Kim bilir hangi şehir kimsiz yaşanmaz olmuştu.
Ciddi anlamda yıllardır varlığını unuttuğum bu şarkının girişini duyduğumdaki o tepkim çıkmayacak aklımdan. “Aha!” dedim sanırım. İstemsizdi.
Mutluluğu bile mutsuzmuşum gibi anlatıyorum değil mi? Yok hayır. İyiyim gerçekten. Zaten söylemiştim ya, “Gülümse iyileşeceğim” diye.
Şuan kalbim ağrımıyor.
Buruğum evet. Buruk kalacağım, biliyorsun.
Ama iyiyim. Canımı acıtacak cümlelerini dinlerken gözlerimi kaçırdığıma bakma.
Kimle ne olduğun beni zerre ilgilendirmiyormuş meğer. Benim karşımdayken kim olduğun, benimle ne olduğun önemliymiş yalnızca.
Eskisi gibi değiliz biliyorum ama dün kimle olduysan ol, yarın kimle olacaksan ol, öbür gün yine yan yana olacağımızı bildiğim sürece ben kalbimdeki o ufak tefek ağrılara dayanabilirim.
“Eğer aşk buysa, sevgi buysa istemiyorum”
cümlesini küstahça buluyorum. Arada hırçınlaşsam da ben senin durgun limanın olmak istiyorum. Tepkilerimi mazur gör. Çok yoruldu çok yıprandı bu kalp. Geçmişin yükünü yeni attı üzerinden şimdi neye uğradığını şaşırdı.
Ben daha önce hiç “carpe diem” olayına girmemiştim açıkçası.
Bir şarkı hani. Geçmişi özlemek ve yarını düşlemekten söz ediyor. “Hadi durma ağla!” diyor.
Yıllarca beni ağlatan buymuş meğer, şimdi anlıyorum.
Sonra sürüyor. “Böyle kahpedir dünya, son bulur kollarında!”
Kollarında…
Kollarından söz etmek istiyorum. Ama tarafımdan fazlaca boğulmuş olan ruhunda biraz nefes almaya lüzum olduğunu biliyorum.
Havalar biraz daha soğuduğunda kollarını özlediğimden söz edeceğim.
26 Ekim 2012 Cuma
Eğer cam kenarları benim değilse, yolculuk denen şey sıkıcıdır.
Sokağı izlemek bir insanı rahatlatır mı? Beni rahatlatıyor.
Müziği son ses açıp gözünüzü kapatmadan yolculuk yapın; sokakları, müziğin sesini çığlıkları ile bastırmaya çalışan insanları izleyin.
Çünkü bizlere göre gerçek olan tek şey onlar, farklı insanlar.
Ne yaşarsanız yaşayın, farklı insanlar size her zaman daha mutluymuş, normalmiş gibi gelir. İç dünyalarından haberimizin olmaması, bizi kendi içimizde çelişkiye düşürür. Bütün dertlerin bizi bulduğunu, yalnızlığın hep bizimle birlikte olduğunu düşünürüz.
Oysa haberimiz yoktur; farklı olanların aslında farklı olmadığından, her insanın dertlerinin gözümüzde aynı olduğundan.
Ve gerçek şu ki;
Bazı insanların derdi evine ekmek götürmek iken, bazılarının derdi ojesinin kötü görüntüsüdür.
Bazı insanların derdi aşk hakkındaki hataları iken, bazılarının derdi aşk hakkındaki tecrübesizlikleridir.
Sen hep kendi kendine konuşursun sonra.
Küçük oyuncak bir araba düşün. Koltuğun bir ucunda oturmuş, bacaklarında gezdiriyorsun. Gülüyorsun anlamsızca, o koltuğun diğer ucundaki kadına bakıp gülüyorsun. Çok güzel gülüyorsun. Hiç öyle gülmemişsin. Gülemezsin.
Büyüyorsun sonra. Koltuk yine aynı koltuk. Örtüsü bile aynı renkte kalmayı becerebilmiş ama siz becerememişsiniz.Buluyorsun bir ucunda küçük oyuncağını. Gülüyorsun. Yine aynı gülüyorsun. Hiç öyle gülmemişsin. Gülemezsin. Bakıyorsun etrafına. Kimse yok.
Daha güzel gülemiyorsun işte. Devam ediyorsun bacaklarında gezdirmeye.
Kendi kendine konuşuyorsun.
UYANDIRILMANIN DA BİR ADABI VAR BE CANIM.
- uyandırılmanın da bir adabı olmalı.
- tişörtümden yakalayıp duvara yapıştırdı.
- neyse kalkıp kahvaltı hazırladım. müziği açtım. perdeleri çektim. çorba yaptım. bakkala gittim. yokuştan ineyim derken kayıp kıçımı kırdım.
- sonuçta uyandırılmanın da bir adabı var
25 Ekim 2012 Perşembe
Yavaş yavaş azalt dedikleri şey, azaltamayacağım kadar hızlı bende.
Çok fazla bağırınca burnumun içi kanlanıyor sanki. Ufak bir yanma hissi. Saçlarını yoluyorlarmış gibi. Hayır, bu sefer sıkılmıyorsun da. Hayır, aşık falanda olmuyorsun. Garip huyların vardır kim bilir. Sıradan olmayı özledin.
Yavaş yavaş azaltıyorum, dediklerini değil. İnsanları.Hayatımdaki gereksiz yer kaplayan insanları. Az kaldı. Sonlanır bi’ vakit. Huzura erdi bu kız dersiniz. Saçma bir şekilde sevinirsiniz benim için.
Bir şeylerden uzak kalmayı deneyin. İyi gelmeyebilir. Benliğinizi alabilir ya da. Farketmez. Bulunduğunuz durumdan daha kötüye yol alamazsınız. Yoldasınız. Yavaş yavaş. Azaltın işte.
Çabuk bağlanan biri olmanız, insanlardan hep karşılık bekleyeceğiniz anlamına gelmez. Bahane aramayın. Karşılıksız yaşayın. Sevgiye yer ayırmayın fazla. Köşede bir yerde dursun. İhtiyaç duymayın.
Değişen şeyler var. Bu güzel bir şey. Kötüye doğru giden çok güzel bir şey.
Günün anlamsızlığına ve önemsizliğine hitaben;
Uzayan saçlara paralel mutsuzluklara gelsin. Yalnızlığım, mutsuzluğumu bitirsin. Şarkılı türkülü düğün alayına katılayım, geçsin. Demiş annesi, boynunu bükme kalacaksın öyle. Falanlı filanlı verdiğin sözler, güvenimi geri versin. Üşüdüğünde kol manşetini indirdiğin ellerine ihtiyacım varken üstelik, ellerin seni bana geri versin.
Günün anlamsızlığına ve önemsizliğine hitaben;
keşke erkek olsaydımlarınızdan kurtulun !
Erkekler sadece “bu ay neden gecikti ki?” endişesinden yoksun. “Keşke erkek olsaydım”larınızdan kurtulun, cinsiyetinizden utanmayın, övünün.
İnanın bu bahsettiğim, “feminizm” değil. Erkek düşmanı hiç olmadım, olamam. Çünkü hayatımızda erkekler var, hep var olacaklar. Eşiniz olarak, sevgiliniz olarak, kardeşiniz olarak, babanız olarak, çocuğunuzun babası olarak. Onlar hep var. Bu bahsettiğim erkek düşmanlığı değil, aman ha yanlış algılanmasın. Sadece karşımdaki, sevdiğim adam bile olsa, kadınlık haklarımı sonuna kadar savunma taraftarıyım.
Sadece bir erkek tarafından zarar gören bir kadının neden cinsiyetinden utandığını anlamaya çalışıyorum. Ve hiçbir mantıklı açıklaması yok. Aklım almıyor, sana şiddet uygulayan, seni taciz eden, sana bu hayatı zindan eden bir erkekse eğer; bu durumları yaşayınca nasıl erkek yaratılmadığın için tanrıya isyan edersin ki sen?
Türkiye’de binlerce kadın binbir türlü pislikle savaşıyor. Bu durumda yapacak “keşke erkek olsaydım” demekten daha akıllıca şeyler var. Bu katiline aşık olmak gibi, sana zarar verene tapmak gibi.

BAZI ŞEYLERI KALIPLARA SIĞDIRMAK,
çok saçma.
nasıl kızlardan,erkeklerden hoşlanırsın ? ne tür kitaplar okursun ? nerelerden alışveriş yaparsın ?
en çok hangi rengi seversin ?
hepsi çok saçma.
ben,sevdiğim insanlardan hoşlanıyorum,belki daha karşılaşıp seveceğim çok insan vardır ve belki onlardan da hoşlanırım.kitap okumayı severim,hoşuma gitmezse fırlatır atarım,felsefe okumam genellemesi yerine en iyi felsefe kitaplarından birini sarar sarmalar severim.canım sıkılır dışarı çıkarım,tek bir mağazadan alışveriş yapmam,kimsenin bilmediği bi butikte gördüğüm kazağın üstüne yapışabilirim.ya da bilindik mağazadaki gördüğüm eldivenlere.bazen sarı yakışır,bazen pembe.bazen hiç biri.
sigara içerim,canım sıkılır bir haftalığına bırakırım.sigaranın yanında bazen kahve gider,bazen hiç bişey.
en sevdiğim müzik türü,iyi hissettirendir.burda ankaralı namık’tan arabada beşten bahsetmiyorum,al yazmalımdan bahsediyorum.ama gördün mü ? ikisi de türkü.
genellemelerinden kurtul.ve kendin ol.o süper yapmacık marjinalliğin bundan kaynaklanıyor tatlım.
Artık entrika falan yok, direk “hilal taktiği” uygulayacağım !

Çünkü “kontrolsüz güç, güç değildir!!!”
hahaha
:((((((((((((
Mutlu değilim. İyi olabilirim ama huzursuzum.
Görmeyen insanlara imreniyorum. Sağır ve dilsizlere de. Onlar çoğu şeye katlanmak zorunda kalmıyorlar. Bazen bir şeyleri bilmemek, çok daha iyi olabiliyor.
Olmak istenen yerde ve olmak istenilen kişilerle olamamak.
“Nefret etmeyin. Nefret, taşınmayacak kadar ağır bir yüktür.”
İnsanlar ve aşağılık düşünceleri. Mide bulandırıcı hırsları. İtici samimiyetsizlikleri. Bilmiyorum. Sinirlendiğinde ağlamayan insanlar çok şanslı.
‘Bu kadar iyi olmak zorunda değilsin.’
-İyi değilim zaten. Siktiğimin adaletli(!) hayatı. Tek bir şey: canları cehenneme.
Bol güneş geçiren şeffaf havalarda ya hastayımdır ya da mutsuz. İkisibi’arada.
DURUM ŞU Kİ;
İnsanlar değişir.
En yakın arkadaşınız artık pek de yakınınız olmayabilir.
Çok değer verdiğinin insan sizi bi yerlerine takmaya bilir.
En çok yanında olması gereken günlerde dostlarınız sizi bırakıp başka bi arkadaşının yanına gidebilir.
Hayatınıza giren insanlardan bazıları sizin için çok değerli olabilir.
Eskiden nefret ettiğiniz insanları sevmeye başlayabilirsiniz.
Sizin için çok değerli olan,her şeyden çok sevdiğiniz biri artık hiçbir şeyiniz olmayabilir.
Ve birilerinin size değer vermesi hoşunuza gidebilir.
Farklı kişilerle,saçma sapan şeylere gülebilirsiniz.
Aynı kişilerlede 4 sene bile geçse artık hiç bi bok paylaşamayabilirsiniz.
Kısacası insanlar değişir.
Kısacası en yakının en uzak olabilir.
Kısacası sadece bir senede dış kapının dış mandalı konumuna geçebilirsiniz.
En acısı da o kişinin bunu farkında olmayıp hala haklı çıkma çabaları.
Yıllar önce “Başroller değişse de hissettirdikleri hep aynı” diye çok tırto bi cümle kurmuştum
Şimdi, aradan yıllar geçtikten sonra cümlenin tüm o komik,ergen haline karşın, çok yakın olduğum insanlarla hep aynı sıkıntıları yaşadığımı görüyorum. Yani ne kadar değiştiğimi iddia edersem edeyim, yakın hissettiklerime karşı beceriksizliklerim hep aynı. Triplerim aynı, umursanmadığımı düşünmelerim aynı, zayıfıklarım aynı, gözümden damlayan yaşların akış açısı aynı.
Bu da “Sorun sende galiba” dedirtiyor bana, görüyorum ki değişimlerim hep çevremdeki nispeten daha uzak olan insanlara, belki bir nebze bana. Ama o çok yakınlarım var ya hani, işte, söz konusu onlar olunca cevap gelmeyen mesaj yüzünden telefona baktıgımda hissettiğim aynı, tüm neşemin ortasına eden bir cümle yüzünden masadan kalkıp gitme isteğim aynı. Uzaklarıma yakın olmalıymışım ben, ya da çok yakın olduklarıma biraz uzak.
Çok umursadıklarımı birazcık daha az umursamayı dilerdim, onların beni düşündüğü kadar benim onları düşünmemi mesela. Ama bir duygunun karşılıklı olması eşit olduğu manasına gelmez. Hem böyle olursa küçük çıkarların insanı olurum.
Ben biraz başka şeyler düşüneyim en iyisi..
24 Ekim 2012 Çarşamba
uzak mesafe ilişkileri diyorummm

Uzak mesafe ilişkileri diyorum, kan revan içinde yaşanacak ilişkilerdir. Acılıdır, sancılıdır. Boktur, bom boktur.
Ağzına sıçtığımın ilişki türü. Her ilişki gibi güzel başlar ve her ilişki gibi kötü biter. Tabii bitmesi sancılı, yani sonuçta ayrılık sebebi genelde uzaklıktır bu yüzden ayrılan taraflar gene de birbirlerini severler ama uzaklığı aşacak formülleri olmadığı için unutmaya çalışırlar. Kafada hep bir gün bir yerde karşılaşabilme düşüncesi vardır, birden karşına çıkarsa ne yapacağını düşünürsün yani kafanda “arkadaş o” tanımı yoktur.
Bu kahrolası ilişki:
Sabah uyandığında onu asla yanı başında görememektir.
Sokaktayken elele dolaşan çiftleri görünce moralinin bozulma sebebidir.
Kavga edip barıştığında sarılamamaktır.
Bir kutlama olduğunda beraber içememektir.
Çakırkeyif olduğunda ona sırnaşamamaktır.
Hastalandığında yanında olamamaktır.
Moralin bozuk olduğunda ancak telefonla idare etmek zorunda kalmaktır.
Yüzünü, gözlerini webcam denen dandik alet sayesinde görebilmektir.
Seni seviyorum derken ona değil yere bakıp, yüzünde acıklı bir sırıtış olmasıdır.
Çok ama çok özlemektir.
Hep beklemektir.
Uzaktayken ne kadar yakın olunabileceğini hayretler içerisinde fark etmektir:
-Ben yatıyorum hayatım, iyi geceler.
+Dur! 5 dakika bekle nolur dişlerimi fırçalayayım ben de yatayım, beraber uyuyalım sarılıp.
-Acıktım ben.+Tamam hadi o zaman sen de Burger’a git, ben de… Beraber yiyelim tamam mı? Mesaj at menü alırken.
-Ben şimdi Nothing Else Matters dinliyorum, sen de açsana.
+Dur tamam, aynı anda.
Konuşurken dokunmak zor değildir, uzaklık telefonun kalınlığı kadardır.
O kadar çok özletir ki, bu özlemin bitmesini istersiniz. Ama ne ironik ki, özlem bittiğinde ilişki de biter. Kaç ucu boklu değnek, bilin bakalım.
Kavga edip barıştığında sarılamamaktır.
Bir kutlama olduğunda beraber içememektir.
Çakırkeyif olduğunda ona sırnaşamamaktır.
Hastalandığında yanında olamamaktır.
Moralin bozuk olduğunda ancak telefonla idare etmek zorunda kalmaktır.
Yüzünü, gözlerini webcam denen dandik alet sayesinde görebilmektir.
Seni seviyorum derken ona değil yere bakıp, yüzünde acıklı bir sırıtış olmasıdır.
Çok ama çok özlemektir.
Hep beklemektir.
Uzaktayken ne kadar yakın olunabileceğini hayretler içerisinde fark etmektir:
-Ben yatıyorum hayatım, iyi geceler.
+Dur! 5 dakika bekle nolur dişlerimi fırçalayayım ben de yatayım, beraber uyuyalım sarılıp.
-Acıktım ben.+Tamam hadi o zaman sen de Burger’a git, ben de… Beraber yiyelim tamam mı? Mesaj at menü alırken.
-Ben şimdi Nothing Else Matters dinliyorum, sen de açsana.
+Dur tamam, aynı anda.
Konuşurken dokunmak zor değildir, uzaklık telefonun kalınlığı kadardır.
O kadar çok özletir ki, bu özlemin bitmesini istersiniz. Ama ne ironik ki, özlem bittiğinde ilişki de biter. Kaç ucu boklu değnek, bilin bakalım.
İNSANIN KENDİNE YABANCILAŞMASI..
İnsan kendi sesini unutabiliyormuş. Bunu öğrendim.
Birden beliren bir düşünce gibi, eski bir şeyi aniden hatırlamak gibi. Sessizlikte silinir söylediğin şarkılar. Tanıdığın herkesin sesini bilirsin, aynı anda, ama kendininki yabancı gelir, seçemezsin.
İşte tam da orada başlar kendine yabancılaşma. Sonra yaptığın şeylere anlam veremezsin.
Video kaydı gibidir her şey. Yolda yürüyorsun. Işıklardan karşıya geçiyorsun. Arada telefonuna bakıyorsun. Yanından insanlar geçiyor. Geçerken koluna çarpan oluyor. sağ elinde bir mp3 player var, sürekli şarkı değiştiriyorsun. Bir yere yetişmeye çalışıyor gibisin.
Evet,işte böyle görünüyorsun. Başkaları seni böyle görüyor. Oysa sen izlediğinde ne kadar farklı değil mi?
Yolda yürüyorsun. Neden ışıklardan karşıya geçtiğini bilmiyorsun. Cebinden çıkarıp telefonuna bakyorsun. Seni hatırlayan birileri var mı diye. Ama yok. Zaten telefonun titreşimde be salak! Ve cebinde de elinle tutuyorsun. Ne diye bu gereksiz hareketler? Onca insan geçiyor yanından. Neden onların arasında o yok? Neden bu kadar insanı görürken onu bi an olsun göremiyorsun? Densize bak! Bile bile koluna çarpıyor, aptal! Hep aynı şarkıyı dinliyorsun. Bitiyor, başa alıyorsun. Bitiyor. Başa. Nereye gittiğini bilmiyorsun. Peki bu acele, bu hızlı adımlar neden? Tam orada kalıyorsun. Arkana baktığındaysa, anlamsız olaylar zinciri. Kendini izlemek acı veriyor. İşte kendi sesini bi an onutmak buraya getiriyor insanı.
Senin sesini de unuttuğum oluyor. Kendime yabancılaşmak kadar üzmüyor beni, ama bir boşluk açılıyor zihnimde. Ruhuma işleyen cümleler sessizleşiyor bir anda. Anlamsızlaşıyor. Aklıma her geldiğinde yarattığı ahengi yitiriyor. Düz yazı oluyor.
Aslında böylesi daha iyi,farkındayım. O boşluk hep kalsın istiyorum. Ama olmuyor. Yukarıdan bir yerlerden düşüp geliyor, ışık gibi yanıyor birden her şey.
Ve sonra..
En başa..
Hayatım boyunca son sayfasına kadar yazabildiğim tek defter birinci sınıftaki ilk defterimdi. Yazmayı öğrenme heyecanından olsa gerek son sayfasına kadar isteklice yazmıştım. Ondan sonra hiçbir defteri tamamen bitiremedim. Hatta ilerleyen zamanlarda doğru düzgün yazmadım. Defterimin olmadığı zamanlar geldi peşinden falan.
İlkokulda büyük harflerle yazdım mesela. Sayfa dolmuş gözüksün, çabuk bitsin diye. Sonrasında sayfaları atladım, kopardım falan. Sayfanın defterin ortasında olup olmadığına bakmadan hemde. Diğer sayfalardan götüreceklerini düşünmeden.
Bu zamana kadar girdiğim tüm ilişkilerinde olduğu gibi işte. Kimiyle çok sık görüştüm çabuk bitsin diye. Kimini atladım unuttum. Kimini yırtıp attım hayatımdan. Diğer insanların kırılıp kırılmayacağımı umursamadan..
İlkokulda büyük harflerle yazdım mesela. Sayfa dolmuş gözüksün, çabuk bitsin diye. Sonrasında sayfaları atladım, kopardım falan. Sayfanın defterin ortasında olup olmadığına bakmadan hemde. Diğer sayfalardan götüreceklerini düşünmeden.
Bu zamana kadar girdiğim tüm ilişkilerinde olduğu gibi işte. Kimiyle çok sık görüştüm çabuk bitsin diye. Kimini atladım unuttum. Kimini yırtıp attım hayatımdan. Diğer insanların kırılıp kırılmayacağımı umursamadan..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)