13 Aralık 2013 Cuma


Böyle uzak olmak her şeye, güzel. Şimdilik her şey yerli yerinde. Tam olarak çay yapmayı öğrendiğim gün gibi. Sıkılmıyorum. Bir poşet dolusu abur cuburun getirdiği saf mutluluk var. Kimsenin karışmadığı mutluluk. Kimsenin içine dahil olmadığı. İyi şeyler diğerleri olmadan olsun hayatında. Diğerleri, yanlış senin için.
Uyuz olduğun tek şey ellerini yıkadıktan sonra ıslanan kol manşetin olsun. Bırak huysuzlanmayı. Huzursun.

Ne gerek vardı?


Birine bir hediye aldığında, “Ne gerek vardı canım yaaa:)))))” diye bir tepki vardır ki düşmanımın başına gelmesin, ne illet, ne berbat, ne cenabet bir tepkidir o. Ben onun için üşenmemişim, kafa patlatmışım, beğenmişim, gitmişim, almışım, belki kasada sırada beklemişim, bilmem kaç liramı feda etmişim sen gelmiş “Ne gerek var” diyorsun bir de gülüyorsun, komik mi yani? Ben orada acı çekiyorum. “Gerek yoksa, almasaydım madem, zaten kendim beğenmiştim.” diyesim geliyor çok afedersin. Ne gerek vardı ne ya, beğenmemiş de “Ayyy ben ona kıçımın kenarıyla bakmam.” der gibi. Hayır canım, bunu söyleyince mütevazi falan olmuyorsun, sadece başımdan kaynar sular döküyorsun. “Tşk cnm :)))” desen daha iyi.
O değil de sanki ben bunu hiç demedim hayatımda. 
Yalan değil. İnsanların yüzlerini tam olarak göremiyorum. Hastane aralarından koşarak geçerken birçok insan estetik yaptırmışcasına farklı tebessüm ve kendilerine ait olmayan gözlerle bana bakıyor gibi gelirdi hep. Hep bi acele işleri. O kadar acele ki çoğu zaman kendilerini göremiyorlardı benliklerinde. Ve ben bunları düşünürken hep uyuyakalırım. Uyumak aslında birçok şeyden kaçmak için en iyi çözüm yolu gibi

Hayatımda bir yıl içinde bu kadar çok şeyin değişmesine daha nereye kadar katlanacağım bilemiyorum.


  • Geçen yıl her gün bir şeyler yapardım o “en çok sevdiğim” arkadaşlarımla. Evden çıkmak şu an o kadar büyük bir lüks ki benim için.
  • Geçen yaz verdiğim 6 kiloyu ziyadesiyle geriye aldım.Sevgiler.Minik bir danayım.
  • Hiç hoşlanmadığım  kişi  en yakın arkadaşım oluyor sanırım. Ve ben onu gerçekten sevmeye başladım.
  • Onsuz yaşayamam dediğim insanların adını bile anmıyorum sonra.
  • Icetea içmezdim mesela. Şimdi günde bir litresini tüketmeden rahat edemiyorum.
  • Sigara içmiyordum geçtiğimiz yaza kadar. 
  • Bu kadar yalnız değildim.
  • O  yoktu ama. Bak o iyi ki var.
Neyse böyle yani. 
Ha bir de unutmadan. 
  • Büyüyorum.

Bazı insanlar sağ gözünüzden gelen ince bir damla yaş gibi çıkıyorlar hayatınızdan. Aniden, fark etmeden. Öyle büyük bir gürültü koparmadan. Hayatın düzenini bozmadan, burnunuzu kırmızılaştırmadan, gözlerinizi şişirmeden. Etliye sütlüye karışmadan hayatınızı terk ediyorlar. Ağlarken konuşmaya devam etmek gibi, sesin hiç titrememesi gibi; o gözyaşı damlası dışında ters giden hiçbir görüntü vermeden dünyaya. Çok zarif hatta.
Herkesin eğlendiği, kalabalık bir partide hiç kimse fark etmeden çantalarını alıp çıkar gibi çıkıyorlar hayatınızdan. Sesinizi çıkaramıyorsunuz. Öyle hiç kimsenin dikkatini çekmeden, sadece sizin görebileceğiniz bir şekilde. Ölümlerden, terk edilmelerden, aldatılmalardan, kaybedişlerden sonra verdikleri kendinizi dağıtma hakkına sahip olmadan; sessizce kalıyorsunuz. Öylece kaçıyorlar, kimselere bahsetme hakkı vermeden. Eğlence devam ediyor, keyfiniz kaçmış bir şekilde orada kalıyorsunuz.
Gülerken aniden gözünüzden gelen bir damla yaş gibi geliyor, yani, gidiyorlar.
Nerden geldiğine hiç anlam veremiyorsunuz. Neden gittiğine dair bir gram fikriniz yok. Hayatınızdaki yerlerinin nasıl bu kadar sağlam olduğuna şaşırıyorsunuz. Daha çevrenize onlardan bahsetmeden, onlar sizi bahis konusu yapmaktan vazgeçiyorlar toptan.Annenize anlatamıyorsunuz, arkadaşlarınız size kızıyor.
Hayatınızdan öylece çıkmış oluyorlar, sanki bir bilgisayar oyunundan tek tuşla bir karakteri siler gibi. Hayat devam ediyor, hiçbir yeri bozmuyorlar. Yaşamınızın işleyişini bozmak için tek bir haklı sebebiniz yok. Sabah kalkmak zorundasınız, okulunuza, işinize gitmek durumundasınız. O oda çok dağınık, toplanmalı. Onların olmaması dışında ters giden bir şey yok gibi ama var da gibi.
Hiçbir ses çıkarmadan, kolayca, çorap söküğü gibi yok olmuş oluyorlar hayatınızdan. Büyük bir acı değilmiş gibi geliyor. Dedim ya, düzen bozmuyorlar ama yan etki olarak keyif kaçırıyorlar.
Tüm keyfinizi, neşenizi kaçırarak kapıyı çekip ışığı kapatıp çıkıyorlar. Çocuğunu sadece uyurken öpebilen bir baba gibi bile olamadan, hüngür hüngür ağlatmadan, uzun vadede ince gözyaşları bırakarak gitmiş oluyorlar işte.
“Çok şaşırdım, ben, sana bu kadar değeri ne ara verdim ki?”

Biz bir nesil, ergenliğimizde İpek Ongun’un kişisel gelişim kitaplarını okuduk. “Lisedeyken 90 kilo olup sonra 40 kiloya düşen, gözlüğü çıkaran ve 3. manitasıyla evlenen ballı Serra’nın gizli defteri” de cabası.
Sonra bizim nesil niye manyak.
Sizce niye manyak?
image


Hep merdivenleri olan bir evde oturmak istemişimdir. İnce olsun, dar olsun, kısa olsun uzun olsun, döner olsun, düz olsun önemli değil, ama ahşap olsun!
Hatta bir üst kat bile olmasına gerek yok ama o evde o merdiven olsun isterim.
Ahşap merdiveni olan evlere hep ayrı bir saygım olmuştur.
Büyük ev, dubleks ev tutkusu falan değil bu tamamen merdivenle alakalı bi’ şey. Küçük bir çocukken ileride öyle merdivenli bir evim olacağını ve ben o merdivenlere oturarak elimde kahve ile kitap falan okuyacağımı düşünürdüm. Evet, ahşap merdivenli bi’ evim olacak benim…
mesela
benim ananem bir saat hiç sıkılmadan beşer dakka arayla “saçını toplasana” diyebilicek kadar yetenekli.
amma ve lakin
ben buna rağmen onu sevebilecek kadar yetenekliyim.

nerden nereye bağladım bilmiyorum ama inan 15 yaşıma geri dönmek istemezdim.


Sonuçta sahip olduğu bütün güzel şeyleri kaybetmiş bir insansan eğer, benim gibi… Sahip olduğun her yeni güzel şeye sımsıkı tutunmak istiyorsun. Hani elinden kurtulsa gidecek bütün diğerleri gibi. Öyle geliyor. O kadar fazla “saklamak” istiyorsun ki, belki sakladığın karanlıktan sıkılacağını, belki de ellerinde o kadar sıkı tutarsan nefes alamayacağını düşünemiyorsun. Belki sen de, benim gibi, sevdiğinde tam bir ruh hastasısın.
Dünyadaki en güzel kalbin, başka bir bedende bana ait olmasının verdiği o tarifsiz huzuru yaşıyorum.
Gayet tabi şaşırmayacaksınız ki, o huzuru da ellerimde sıkı sıkı tutuyorum. Fakat şaşırtıcı bir biçimde “Rahat bırak” demiyor bana, “Daha sıkı tut” diyor. Şaşkınlık içerisinde yüzüne bakarken ben ellerimi gevşetiyorum, ne yapacağımı bilemeyerek. Daha da şaşırtıcı olan, ben bıraktığımda olduğu yerden bir adım geriye bile gitmiyor.
İnsanlara güvenimi ne zaman kaybetsem, insanlara yeniden güvenmeye çabalıyorum. İnsanlara neden sürekli güvenmek istediğimi bilmiyorum. İnsanlara güvenmeme gerek var mı bilmiyorum. En çok dostlarıma güvenmek istiyorum. Ama ben geçmişimde o kadar fazla dostuma ihanet ettim, bu konuda o kadar kirli ve acımasız bir geçmişim var ki… Öte yandan geçmişte canım dostlar tarafından o kadar fazla acıtıldı ki, bazen en yakın arkadaşlarımın bile bana yalan söylediği fikrine kapılıyorum. Ama yine sorgusuz onlara inanıyormuşum gibi duran bir yüz ifadesi takınıyorum, ki bana yalan söyleyecek olsalar bile o saf görüntüme acıyıp söyleyemesinler. Zaten kısa bir süre içerisinde onlara güvenmediğim için kendimi suçlu hissediyorum ve en sonunda “Hayır o bana yalan söylemez” sonucuna ulaşıyorum.
Sanırım hayatım boyunca hiç kimseye isteyerek zarar vermedim. Yani hiç, isteyerek, birinin canını acıtmadım.hayatımda yalnızca bir defa aldattıldım, ona da mecbur bırakıldım. Şimdi 15 yaşında olsaydım bir yolunu bulur bunu kabul etmezdim. Yine de şimdi 15 yaşında olmayı istemezdim.
Zaten insanlara olan  güvenimi kaybedişim de o yıllara tekabül ediyor. Bir sabah ilk sevgilimin, beni en yakın arkadaşım için terk ettiğini, üstüne bir de bu arkadaşın sevgilimi kabul ettiğini öğreneceğim bir güne uyanıyorum. Başka bir sabah ise bebekliğimden beri tanıdığım insanın hakkımdaki hain planlarına açıyorum gözlerimi. Sonra çeşitli sabahlarda çeşitli yaralar ediniyorum ruhumun çeşitli yerlerinde.
Hayır bunları düşünmenin sırası değil elbet. Mutsuz değilim. İnanamayacaksınız ama her saniye yüzüm gülüyor, her saniye. Hayatta, mutluluğa dair çok yeni şeyler keşfettiğim değişik bir dönemdeyim. 
Mutluluğa dair keşfettiğim en şaşırtıcı şey de şu: “Mutlu olunabiliyormuş.”
Ama eğer benimki gibi bir hayatınız olduysa, yani hayatınızın dörtte birini benimki gibi geçirdiyseniz diyeyim. Her mutluluğun arka planında çalan müziği çözmeye çalışıyorsunuz. Eğer arka planda bir şey çalmıyorsa zaten ruh hastası olduğunuz için gaipten sesler duyuyorsunuz.

Kimin ne olduğunu, ne yaptığını, ne yazdığını, nasıl görünmeye çalıştığını falan sorgulayamazsınız evet. Ama sorgulanmaz dediğiniz şeyi bağıra bağıra sorgularsanız, küçük bir haklılık payınız olsa bile onuda kaybedersiniz.
“Umrumda değil” nidası atacağınıza keşke gerçekten umursadığınızı söyleseydiniz. En azından yazdıklarınız bir iki şeye değerdi. “Ne diyo lan bu eheheheheheh” demenize gerek yok. Tatmin olmamış egonuzu yerle bir etmek sizin işiniz olur yine. Herkes kendi bok çukurunda debelenir durur. Bizim ya da sizin bir şey yapmanıza hiç gerek yok.
Yani neymiş, birine saldırayım derken kalan herkesi gözden çıkarıp ikiyüzlülüğüne yenilmek “OF ÇOK KRAL ADAMSIN” olmuş.
Yani neymiş, yaptığı ikiyüzlülüğü kabul eden adamlar “ÇOK AÇIK SÖZLÜSÜN SÜPERSİN” olmuş.
Bravo. Nasıl olsa yine geçer gider. Yine sizin ikiyüzlülüklerinizi unutacak katıksız saf insanlar bulunur, siz de onların götünde bitmeye devam edersiniz.
Artık “of şu şunu yapıyo, çekemiyorum ya” olmasa. Keşke “amk bu da mal ya, ehehhe dur rezil edeyim” olmasa.
İki taraflı tartışmalar sadece tartışma olarak kalsa ve benim mesaj kutuma kadar (annemden girip babamdan çıkacak kadar iğrenç mesajlar) gelmese.
Kim istiyorsa alınsın üstüne. Her şeyi bırakıp iki-üç yazı yazmak için burdayım, bu anlamsız blog bile kendi kendi imha edecek.

“Geçmiş olsun”


Bazen bu cümlenin kurulamayacağı zamanlar olur.
Biraz önce bir kabustan uyandım. Rüyamda, anneannemi kaybediyoruz. Ben onu aramamışım. Annem ara demiş de sonra ararım demişim. Uyumuşum. Sonra uyandığımda haberini alıyorum. Annem bana “Sen gelmeyeceksin cenazeye” diyor. Ağlamaya başlıyorum. Ben ne demek gitmeyeceğim? Ne demek? Beni o büyüttü ben gitmeyeceğim de kim gidecek?
Gözyaşıyla uyandım. Nefes alamayarak. Ağlarken nefes alamam genelde. 
Bu rüyayı elbet boşuna görmedim. Ben ev telefonuna bakmam. Birkaç defa çaldı dün. Bakmadım. Sonra dışarı çıktım, eve geldiğimde annem gelmişti. “anneannen aramış doğum gününü kutlayacakmış neden açmadın” dedi. “Ben açmam ki ev telefonunu” dedim. 
“Ben konuştum. Çok hastaymış. Doktora gitmiş ama doktor da bir şeyin yok demiş. Antidepresan vermişler. Sesi uykulu gibiydi zaten. Yani… E biliyorsun 80 yaşında. Yaşlandı yani. Yarın ara da konuş. Sonra bir şey olduğunda aramadım diye vicdan azabı duyma” dedi.
Özetlemek gerekirse “anneannen ölüyor” demeye getirdi.
Bense sanki dün geceden beri biraz daha yaşlandım.
Antidepresanları düşündüm. Ölmekten korkmasın diye mi veriyorlar? Çünkü ölümü beklemek çıldırtır insanı. İnançlı bir kadın anneannem. Belki daha huzurla bekleyebilir. Ben olsam çıldırırdım eminim. 
Oraya tekrar gitmek zorunda kalmayı düşündüm.Sonra kendimden iğrendim çünkü çok küçük hesaplar yapıyorum. Sevgimin içinde kırgınlıklar var.
Açıkçası ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Benim hiçbir yakınım ölmedi şimdiye kadar.  Ben ölüm denen şeyin varlığını kabullenemiyorum. Sonsuz bir yok oluşu kabullenemiyorum. Yani demek istediğim, izin verseler kazık çakarım. 
Şimdi ben arayıp “Geçmiş olsun” mu diyeceğim rüyamda öldürdüğüm kadına?
Geçmiş olmaz ki. Bazen ‘geçmiş olsun’ olmaz ki.

Yargılamaktan vazgeçin.

 İnsanlar ne de çok seviyor bir başkasını yerden yere vurmayı.Kimse kimsenin arzularına göre yaşayamaz sonuçta.Hepimiz bir bireyiz ve hepimizin kendine ait fikirleri,tarzları,kendine koyduğu kuralları var.İnsanlar kilolu olabilir bu şort giymemesi gerektiği anlamına gelmez.Ya da sevgilisiyle aynı evde yaşayabilir.Sevdiği adamla birlikte olabilir.Bu onun orospu olduğu anlamına gelmez.Ya da bir başka kadın esmer bir tene sahip olmasına rağmen saçlarını sarıya boyatabilir.Kendini iyi hissediyorsa insanlara eleştiri hakkı doğmaz.Aynı şekilde biz ”aşkım” sözcüğünden hoşlanmıyoruz diye bir başkasının da hoşlanmaması gerekmez.Bu onun yavşak olduğu anlamına hiç gelmez.Beğendiğim ayakkabıyı herkes beğenmeyebilir.Kimisi zevksiz olduğumu bile düşünebilir.Sevdiğim adamın beni sevip sevmediğini kimse bilemez.Hele ki kimse bir fotoğrafıyla onu ‘orospu’ kalıbında biçimlendiremez.Sürekli ağladığı,aşk acısı çektiği için insanların teşisini melankoli koyamazsınız.Yapı meselesidir bu.Hassasdır,zor atlatır.Ve ya insanların yanında ağlamaktan çekiniyorsa bu onu duygusuz ifadesiyle bütünleştirebileceğimiz anlamına gelmez.Bir adam bir kadına aylarca mesaj atmıyorsa onu sevmediğini düşünemezsin.Ya da saçlarını öne doğru tarıyorsa bir adam,ona kro diyemezsin.Çünkü saçlarında dökülme sorunu olup olmadığını bilemezsin.Onun kıyafet kombinleri senin gözlerinin beğenisini kazanmayabilir.Bu onun zevkidir.Onun kendini iyi hissediş şeklidir.Ya da annesi ile babası ayrılar diye bu onun sorunlu bir çocuk olduğu anlamına gelmez.İleride düzgün bir ilişki kuramayacağı anlamına hiç gelmez.
 Öyle yazılar okuyorum ki insanların delirdiğini,beyinlerini yediğini düşünüyorum.İnsanlar saygı duymayı unutmuş.
Yuzune gore daha buyuk olan gozlerine bakmak icin sevmis olabilirsin. Baskalarinin cirkin buldugu yerlerini en cekici bulmus olabilirsin. Yazin el ele tutusunca sicaktan avuc icleriniz terledigi icin de sevebilirsin. Gamzesine kocaman opucuk kondurunca midende kelebekler ucusabilir. Gozlerini sicacik nefesiyle kaparken sabah olup actiginda hala kollarinda kendini buldugun icin huzuru ve guveni hissedebilirsin. Onun tenine sinen sigara ve parfumun karismis kokusundan kendi kokusunu aldiginda gulumseyebilirsin. O bir baba gibi gucludur gozunde; ona bisey olmaz, diye dusunurken en savunmasiz halini gorunce elin ayagin birbirine de karisabilir. Zamanini suratindaki her noktaya opucukler kondurarak gecirmek isteyebilirsin. Basini dizine koydugunda saclarini oksarken biz’li hayaller kurabilirsin. En igrenc hallerinizi gorseniz bile birbirinizle dalga gecip sonra simsiki sarilabilirsiniz.
Hayatina ne kadar insan girerse girsin sadece bir kisi sana kendini en ozel hissettirebilir.
 Ve sen ucuncu sahis butun bunlari hissederek yasayabilir misin? Sen sadece giyinisi, kulturu, bilgisi, konusmasi, oturup kalkmasi, yazi tarziyla ilgilenirsin degil mi?

Acı olan ne biliyor musunuz? İnsanlığa umudumu kaybetmeme sebep olan şey ne biliyor musunuz?
Birini seviyorsunuz ve sonra onun kalbini kırıyorsunuz. Hayır, sevdiğini zannetmek değil bu. Gerçekten seviyorsunuz, gözlerinizde ve ruhunuzda taşıyorsunuz onu. Uzaktan bile görülebiliyor bu. Sonra yine de kalbini kırıyorsunuz.
Bu neden yapıyorsunuz hala anlamadım. Belki siz de benim gibi insanlığa umudunuzu kaybettiniz veya bencilsiniz veya sevmiyorum diyerek kendinizi kandırıyorsunuz veya… Nedeni önemli değil gerçekten. Her şeyin bir yolu vardır ve sizin yolunuz yanlış. İnsanları cennetin soğuk okyanuslarından cehennemin kaynar sularına atıyorsunuz.
İnsan bunu sevdiğine bilerek veya bilmeyerek nasıl yapar aklım almıyor. Geceleri yatağa girdiğinizde nasıl uyuyorsunuz? Hiç bunu düşünerek kendiniz yormuyorsunuz belki de bir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorsunuz.
Unutmayın ki içinizdeki sevgi bir cinayet işlemedikçe ölmez. Durun ve kendinizi dinleyin. Sevginize sahip çıkın demiyorum, sadece kalp kırmayın. Eskisi gibi olmayan tek kırık kalp kırığı. Sevdiklerinizi sakat bırakmayın.
Ben de kendimi teatral sanırdım. Abartmalarımla ağlamalarımla gözlerinizin içine baka baka bir tiyatro oyunu çevirir ve siz anlamadan keyifle oynardım. Ben bir şey değilmişim, ben hiçmişim. Ne yazılarımdaki acılar ne benim bahsettiğim acılar hiçbir şeymiş. Böyle oyunca, böyle de sahtekar olunmazmış. Vay be. İnsan her gün yeni şeyler öğreniyor.

Bugüne kadar hep terkedilenlerin hikayesini dinlediniz belki. Şarkılar hep ona göre söylendi,tüm yazılar ona göre yazıldı. Ama bu sefer bir değişiklik yapıp terkeden birini anlatalım.
Terketmek. Ne kadar katı bir söylem. Buram buram acı kokuyor. Sırılsıklam yalnızlık içeriyor aslında. Ama ”terkeden kişi neden acı çeksin ki?” diyebilirsiniz.
Terkeden bir insanın acı çekmediğini,duygusuz,kalpsiz biri olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Aslında tam tersidir terkeden kişi olmak. Acısını daha fazla yaşarsınız. Bir insanı tek başına bırakmanın pişmanlığını iliklerinize kadar hissedersiniz belki de. Sürekli sorularla boğuşursunuz. ”Onu bırakmasaydım daha neler yaşardık acaba?” ”Bir geleceğimiz olur muydu?” ”Bana ilk gün ki gibi bakar mıydı hep?” gibi şeyler kafanıza öyle bir yerleşir ki,gün geçtikçe boğulursunuz. Bu durumdan kurtulmak için elinizden gelen her şeyi yaparsınız. Yeniden aşık olmayı denemek gibi. Ama derler ya hep; ”Aşk sen isteyince gelmez,çat kapı rahatsız eder.” diye. Ama senin umurunda olmaz. Yaramaz bir çocuğun en sevdiği oyuncağını kaybettiği gibi aramaya devam edersin aşkı. Ne kadar yanlış bir yola sürüklendiğini bilmeden.
Ama çok kısa bir not:
Terketmek,sıkıldığında karşındaki kişiyi öylece bırakıp gitmek ve canın sıkılınca tekrar geri dönebileceğini düşünmek değildir. Terketmek,gururunu yanına dost edindiğin geri dönüşü olmayan bir yoldur.

İNSANLARI GERÇEKTEN BİLMEDEN ÜZEBİLİYOMUŞUZZ


bütün sene bir şeyler planlamışım. yeni farkına varıyorum. oysa en nefret ettiğim şey planlamak der dururdum. plan yapan insanlara acıyan gözlerle bakardım. aptallarmış, yanlış yapıyorlarmış gibi. şimdi ben de mi yanlış yapıyorum yoksa en başından beri doğrusu bu muydu? eğer öyleyse, yanlış olmasını tercih ederdim. sürekli bir sonraki adımı hesaplamak dünyanın en yorucu işi. kimse bana bunu yap demedi ama. ben yaptım. hala yapıyorum. yapmak istemiyorum. ama yapıyorum. yapınca kendime kızıyorum. yine yapıyorum. kızınca daha çok kızıyorum. ve en çok da şunu merak ediyorum, insanların iyiliklerine bir şeyler yapmak ne kadar doğru? onların iyiliğine olduğunu sandığımız şeyler ikimizin de hayatını boka döndürüyor olabilir mi? çünkü, birisi seni hayatına kendi iradesiyle soktuğunu sanarken sen bunun böyle olmadığını biliyorsun. o istemedi. sen zorla girdin. o istediğini sanıyor. belki sen girmeseydin de isteyecekti, ama sen girdin. hiçbir zaman neyin ne olduğunu öğrenemeyecek olmak koyuyor en çok bana. abuk subuk icatlara gerek yok. herkesin evinde bir adet düşünce okuma makinası olsun, yeter. kötü sonuçlar doğurabilir ama gerçekçi hayatlar kurmak daha mantıklı geliyor şu an. kontrolden çıkmış bir sürü düşünceye sahip olmak biraz korkutucu. ama sadece biraz. bütün sene onun beynini kontrol ettim. bütün sene. her hareketini. hala beni seviyor. düşünsene. ben olsam beni sevmezdim mesela. yani, başkalarının yerinde olsam severdim tabii ki, ama onun yerinde olsam sevmezdim. çünkü onun tek suçu benimle yanlış zamanda arkadaş olmak istemesi. insanları bilmeden üzüyorum diyenlere gülerdim. “yalancılar!” derdim. özür dilerim insanlar. aslında doğruyu söylüyormuşsunuz

ÇOCUK.

Birkaç aydır ne zaman annesinin kucağında bir bebek, sokakta koşturan bir oğlan, eteklerini sallaya sallaya yürüyen bir kız çocuğu görsem seviniveriyorum. Dünyanın en güzel şeylerinden biri olabilir çocuk sahibi olmak. Ama bir açıdan da o kadar korkunç ki.

Şimdi açık konuşmak gerekirse, bir kızım olmasını ve bana benzemesini çok isterim. Onun uzun saçlarıyla oynarım. Sabaha kadar saçma sapan hikayeler uydururuz birbirimize. Ama sadece bu kadar değil ki. Büyüdüğünde benim gibi işlerle uğraşırsa onun için endişe ederim. Üstelik, bu bütün bunları yaparken benim ruhum bile duymaz. İçinden çıkıyor sonuçta, düşünsenize. 9 ay boyunca sadece o ve sen varsınız. İnsanın canı nasıl acır başına bir şey gelse.

O yüzden, sanırım bir çocuk bakabilecek yaşa gelene kadar bu konuyu evire çevire düşüneceğim. Çünkü dünyaya bir çocuk getirdiğimizde, bizim hayatımız onun hayatı oluyor ve ben birilerinin hatalarıyla yaşamanın ne demek olduğunu iyi biliyorum.

HAYAT BEYAZ GÖMLEK KADAR BASİT..


İnsanların hata yapması çok kolay. Yanılsamalara kanması, sanrılarının içinde kaybolması çok kolay. Her şey beyaz giderken arabanın tekerleğinden sıçrayan çamur lekesine yenik düşmek çok kolay. “Bu kadar kolay olmaması gerek,” diyorum. “bu kadar kolay olmamalı ve insan, çevresinde gelişen her olayı, değişen her insanı olduğu gibi kabul etmeli.”
Çünkü o beyaz gömlek, araba onu kirletse de, senin güzel beyaz gömleğin olmaya devam edecek. Sadece yıkaman gerek onu. Güzelce asman, kurumasını beklemen gerek. Ondan sonra her şey düzelecek ve sen kaldığın yerden devam edeceksin hayatına. Ertesi gün eskisinden daha temiz olacak ve evden çıkmadan son kez aynaya baktığında kendinle gurur duyacaksın.
Ve çünkü, bunun bana hiçbir şey kazandırmayacağını bilmeme rağmen tekrar tekrar söyleyebilirim ki, hayat dolabında giyilmeyi bekleyen beyaz bir gömlek kadar basit.

Telefon acı acı çaldı deriz ya, aslında acı çalmaz telefonlar. 
Hissettiğimiz acıyı bir nesneyle paylaşıp ona da bulaştırırız hüznü. Sonra bekleriz. Sevdiğimiz insanların acısını dindirebilmek için bir şey söylemeyi, bir şeyler yapabilmeyi bekleriz. 
On bir yaşında bir kız, yakınının vefatından habersiz. 
+ İyidir değil mi?
- İyidir. Umarım..
+ Sanki benden bir şeyler saklıyorlar gibiydi.
- ..
+ Amcam çok sinirlidir biliyor musun, bir tek ben sarıldığım zaman sakinleşir. 
- .. 
Derin sessizliktir ölüm, ne duyabilirsin ne duyurabilir.
image
Arkamı döndüm. Arkamı döndüğüme bakma ben üzgünüm sarıl bana demek olsa o mesela. Öyle demek zaten. Yani sen anlasan.
*Ne mırıldanıyorsun?
-Tekerleme.
*Daha yüksek sesle söylesene.
Israr etmemelisin. Ağlamaklı olduğumdaki ses tonumu en iyi sen bilme istiyorum bazen. Sonra o bilmeyecek de kim bilecek onun yanında ağlamayacağım da kimin koynunda ağlayacağım düşüncesi.
Söyledim.
-Küçükken üzgün olduğumda hep bu tekerlemeyi söylerdim.
*Bana da öğretmelisin.
Ağladığım zaman neden gözümden çok yaş gelmemesine rağmen burnum bu kadar çok akıyor dersin. Sen her şeyi bilirsin. Titanic’i hatırlıyor musun? Otobüs yolculuğu ve salıncağı hani. 
30 Ekim.
-Çok çirkinim değil mi?
*O kadar çirkinsin ki bir daha seviyorum seni.
Miller. Bana anlattığın her şey mi mesafelerle ilgili. Yoksa buraya algı ile ilgili bi kavram mı koymalı?
Tek kişilik yorgan ve iki yastık. 
*Sırtın duvara değmiyor değil mi? Yorganı arkana iyice sok.
Hayır. Yatağın sol tarafı boş. 
Gel.
Saklanbaç oynayalım. Sen arkanı dön. Ben sana sarılayım.
image
Arkamı döndüm. Arkamı döndüğüme bakma ben üzgünüm sarıl bana demek olsa o mesela. Öyle demek zaten. Yani sen anlasan.
*Ne mırıldanıyorsun?
-Tekerleme.
*Daha yüksek sesle söylesene.
Israr etmemelisin. Ağlamaklı olduğumdaki ses tonumu en iyi sen bilme istiyorum bazen. Sonra o bilmeyecek de kim bilecek onun yanında ağlamayacağım da kimin koynunda ağlayacağım düşüncesi.
Söyledim.
-Küçükken üzgün olduğumda hep bu tekerlemeyi söylerdim.
*Bana da öğretmelisin.
Ağladığım zaman neden gözümden çok yaş gelmemesine rağmen burnum bu kadar çok akıyor dersin. Sen her şeyi bilirsin. Titanic’i hatırlıyor musun? Otobüs yolculuğu ve salıncağı hani. 
30 Ekim.
-Çok çirkinim değil mi?
*O kadar çirkinsin ki bir daha seviyorum seni.
Miller. Bana anlattığın her şey mi mesafelerle ilgili. Yoksa buraya algı ile ilgili bi kavram mı koymalı?
Tek kişilik yorgan ve iki yastık. 
*Sırtın duvara değmiyor değil mi? Yorganı arkana iyice sok.
Hayır. Yatağın sol tarafı boş. 
Gel.
Saklanbaç oynayalım. Sen arkanı dön. Ben sana sarılayım.

Benden önce ölmesin nolur.

Tuza uzanıyor adam. Ve kadında hep yapmamasını söyleyen bakışlar. 
Çaya attıkları şeker miktarı ise aynı. 
Çok. 
Kadının içi rahatlıyor.
Gülüyor.
Adamın da içi rahatlıyor. 
Daha fazla tuz atmak için uzanıyor. Ve kadında hep bu seferlik tamam diyen bakışlar.
İlk yedikleri yemeği hatırlamasına rağmen adamın tuz atıp atmadığını hatırlamadığı geliyor aklına. Keyfi kaçıyor.

*Ne içersin?
-Farketmez.
*O zaman iki kahve alalım biz.
-Ne okuyorsun?
*Patti Smith - Çoluk çocuk. Arkasına okuyayım sana.
“…yaşlıca bir çift önu¨mu¨zde durup alenen bizi incelemeye başladı. Robert ilgi çekmekten hoşlanıyordu, heyecanla elimi sıktı.‘Hadi, fotoğraflarını çek,’ dedi kadın, hayretler içindeki kocasına. ‘Sanatçılar galiba.’ ‘Hadi canım,’ dedi adam, omuz silkerek. ‘Çoluk çocuk bunlar.’” Şimdi kitapta şunu anlatıyor.
Üç nokta.
Yazmadığına bakarak bu sefer kadının dinlemediğini ya da anlatılanları unuttuğunu söylemek çok gülünç olur ama. O an O anlatırken ne düşündüğünü bile hatırlıyor. Tırnakları diyor ne kadar güzel. Mesela kendi ellerinden utanıyor. Yine uzansa ya tuzluğa. Tuzluk yoktu doğru ya. Bir kaç saat sonra. Kahve içsin. Ya da bıraksın kahveyi soğumaya, anlatmaya devam etsin. Kahvenin yanındaki lokumun kötülüğünden de konuştular.
Ama aklı hala tuzda. Sahi eklemişmiydi tuzu midye tavaya.

Daha yemeğin tadına bile bakmadan tuz ekliyor adam. Ve kadında yine korkusunu saklamaya çalışan bakışlar.
Çaya attıkları şeker miktarı ise aynı.
Çok.
Fakat kadın biraz daha atıyor.
Belki diyor içinden, böylece benden fazla attığı tuzun zararına eşit olur. Benden önce ölmesin nolur.

Şöyle ki


Eğer moralim bomboksa ve etrafımda insanlar var diye kendimi ağlamamak için tutuyorsam kimseye dokunmamaya çalışıyorum. Yanlışlıkla biri omzuma değse ağlarım çünkü. Geçen gün yaşadım. Metrobüs beklerken adam omzuma çarptı. Ağlamaya başladım. Üzerine alındı özür dilemeye başladı. Hayatımda hiç bu kadar aptal olmamıştım. Niye bu kadar çok ağlayan bir insanım.
Neden bu kadar sert çizgilerim var benim? Ya mutluluktan uçuyorum ya da geberircesine ağlıyorum. Ya deli gibi seviyorum ya da selam vermeye bile üşenicek kadar hoşlanmıyorum kişilerden? Çok uğraştım. Siyah oldum, beyaz oldum ama gri olamadım.
image

sizin incelik anlayışınız 60 cm’lik bel çevresiyken,bizim ki ahmet usta’ya tokalaşmak için el uzattığımızda mahçup bir şekilde ‘ellerim pis ama’ deyip elini kıçına silip elimizi geri çevirmeyişiydi.

http://fizy.com/#s/20rova


Geceleri fazla düşünmekten öleceğim. Sabahları ise fazla düşünememekten.
Müziğin mutsuz insanları mutlu etmek gibi bir amacı varken, o amacı saptırıyorum. Hiçbir şey yapmak istememenin yanında, hiçbir duyguyu yaşayamamak var. Tam anlamıyla korku, sevgim ile yan yana. 
Ve bugün mutsuzluk, kısa cümleler ile birlik olup içimi kemirmekte. 

Belki bir gün bile beklemeden içimden geçiririm biz olmayı. Biz, sen ve ben olmanın birleştirildiği, ama içinde sadece senin ve benim olmadığım tek güzel kelime. İnsanlar birbirlerinin gözlerine bakıp içlerinin titrediğini biliyorlar. Ben ise bizsizliği arıyorum. Doğru yerde bekliyorum, kaçmak istersem sensizlikten, biliyorum sessizliği bozmayı.
Yalnızlığın içinde acıkıyorum yanlızlığa. Yanlış anlama, diyorum bilirim bunu bozmayı. Ama bozmak istemiyorum. İçinde başkaları olmayan biz bulana kadar böyle.
Hadi git, uzan maviye bakabildiğin bir yerlere. Kafanı dik tut ve üşümemeye çalış. Rüzgarlar yanlış anlamaz seni. 
Ya da git bir yerlerden sarkıt bedenini. Soyun, bir şey yap. Suyla okşa kendini, “biz” yarat öte beriyle. Öte beri kıskanmaz seni.
Belki bir gün bile beklemeden içimden geçiririm sen olmayı. Belki sen olmayı becerir, bizsizliği salıveririm utanmadan.
Belki güzel şeyler olur.
Belki de gerek yoktur.

söylediklerinden çıkardıklarımı çocuklara ders niyetine okutacağım.
anlamlandıramadıkları şeyleri boş veren insan huzurunda olsunlar.
öyleyim. 
alıştırdı hemen her günde bin bir cevap yetiştirdiğim öte beri.
beni insanlığa. 
satır satır ezberledim masalları.
mesela
ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın.
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir.

Nefes alamıyorum. Kendi düşüncelerim, kendi geçmişim, kendi hatalarım, unuttuğumu sandığım ne varsa geride, karşıma çıkıyorlar birer birer.
O geride bıraktığım insan ben değilsem eğer, başka bir düşmandır elbet.
Yazmak beni daha rahatlatıyor derdim. Oysa seni unutmadığımı hatırlatan o değerli anlar bu beni rahatlatan. Hani her gece farklı bir sokakta aldığım kokun şu yıllardır unutamadığım. Hafızamı yıllarca besleyebilecek kadar içime işlemişim seni. Belki bir gün baktığında, bendeki senin azalmadığını görebilmen için yazıyorum bunları. Sen misin bu canı alan, bu beden mi artık pes eden bilmiyorum. Bir hikaye yazıyorum kendi sonuma. Anlarsın diye bir de o yüzüğü bırakıyorum…
İstanbul’u çok özledim. Yeterince kalabalık değilmiş gibi her gidişimde kendimden bir parça bıraktım orada sevdiğim adamlara. Sanırım bu yüzden bir aşk romanı yazsam, orada aşık olmak isterdim sana. Ama aşksa aradığın, bil ki o sayfalarda bulamayacaksın. Ruhunda barındırmaktan aciz olduğun duyguları kağıtlardan beklemen bencilce. 

Ellerimi tuttun. Sanki kimse dokunmamış ellerime, bakmamış gözlerime gibi attı kalbim. Şimdiye dek hiç ısınmamış içim. Öyle bir yaktın ki yüreğimi, zevk mi bu aldığım acı mı anlayamadan karıştım sana. Benden arda kalanı da sana böldüm. Öpücüklerimi bıraktım omuzlarına, ellerim kavradı sıkıca belini, bacaklarım dolandı bacaklarına. Kokum sindi tenine.
Yanında olmadığım zamanlarda, sende, kalbinde, her noktanda olabilmek için yalvardım o hiç tanımadığım tanrıya. Gitmekten daha acı bile bile kalmak. Söyleyecek onca şeyim varken, öyle az zamanım var ki, her biri dizildi ardı ardına boğazıma. Ağlamak bile zaman kaybı sanki. Seni sevmek, tekrar tekrar aşık olmaktan başka hiçbir şey yapmak istemiyorum ben.
Öperken dudaklarımdan hiç kapamadın gözlerini. Ruhunla hissetmek istemedin belki, belki hiç sahip olmadın o ruha. Dinledim seni anlatırken. Daha önce de denediğini ama olmadığını söylediğin sözde alışkanlığını dinledim. “Şimdiye dek kimi sevdin ki zaten” diyemedim
“İnsanın yüzünde iki çizgi vardır, gözyaşının aktığı yerden aşağıya doğru ikişer çizgi. Bazıları göremez, belli etmez kendini. Derler ki bu iki çizgi gözyaşının yerini bulabilmesi içindir, akıp gitmesi için yoldur aşağıya. Yüzünün en çukur yeri olan göz altlarında yaş birikmesin diyedir, rehberdir. İşte sen benim o yüzümdeki çizgisin. Ne zaman gözyaşım olsun, sen dindirirsin.”

“Bırakmam gölgemi, alırım yanıma.”


Bunun ahım şahım bir olayı yok ki. Karanlıkta şarkı söylemeyi çocukken öğrenir insanlar. Şiddeti daha hiçbir şeyi anlamlandıramazken seslerden kaçarken öğrenirler. Kendilerini balkona kilitleyip, hayal kırıklığından kaçarken öğrenirler cesurluğun beş para etmediğini. O evin içinde sessiz olmayı öğrendiklerinde öğrenirler ses çıkarmamayı. Karşı gelemezken kavga seslerine, hakaretlere, göz göre göre dağılıp gitmeye. İşte küçükken öğrenirler herhangi bir duvara yaslanarak yaşamayı.
İnsanlar yalnız kalmayı severler, yalnız olmayı değil. Yalnızlık dayatmadır. İnsanın kendine dayatması kimsesizliği.
Ağaçların arasında yalnız, sahilin kenarında yalnız, odalarda yalnız, yataklarda yalnız, kalabalık arasında yalnız.
Kötü şeylerle doldurur insanlar içlerini. Sonra birilerini bulup beraber aklanmayı öğrenirler. Ara sıra unuturlar, tekrar öğrenirler karanlıkta masal üretmeyi.
Kim “Benim gibi biri yok” dediyse çoğalırlar insanlar etraflarında. Aynı yüzlerden birkaç fazla daha.


Acımasa ya burun ağlayınca.
Çekmesek hayatı sapına kadar içimize.
İki dakika iliğimize kadar hissetsek anı, sonra yine, yine, yine.
Şu alkışlamaktan bıkmadığımız adamlığa geçiş yapsak tek seferde.
Sonra zaten biz bi ara alkışlarız hayatımızı.

Dön dolaş yine kendime sarılırım gecenin bi vaktinde az buçuk uykum ile. Uykularım, rüyalarıma küs. Bilinçaltıma sıkıştırır tüm anıları, yeri geldiğinde siler tekrar yaşatır uykumlarım. Yastık ile cebelleşirken aslında,kendime küserim huysuzluğumdan. Şikayet ederken habire arsız çocuklar gibi,aldatırım uykularımı bir sigara molası ile. Çıkarım ayın ay olduğu vakitte,olmayan rüzgarı bağırırım her nefeste.
Hani tam olarak neyi istediğini,neyi hissettiğini anlayamadığın zamanlar olur ya, tekrarlayıp duruyor bende hissizlik. Daha havayı mis gibi içine çekip düşünmeyi denediğin zaman nüksediyor çöküyor üstelik.
“Bi göreyim iyi olayım”lı insanlarım beklesin, bi iyi olayım.

Sonuçta yapılacak şey listeleri boy boy uzarken, siz vapurun ücra bi köşesine ilişip büyük binaların açılıp kapanan ışıklarını sevebilirsiniz. Sevilecek adamlar öte yanda dursun, birine yaklaşamama zamanlarınızı yaşayabilirsiniz. Bu belirli dönemlerde yaşanan can sıkıntısı, kimine göre depresyon, size göre monotonluk. Yaşamadığı acı kalmayan adamla sizi yan yana koysalar, aynı. İçlerde bir yerlerde bırakmak yaşananları, aynı. Dertler üst üste gelsin, yapılacak şey listelerini bir bir yok etsin. O acıların adamı da kurtulsun suratsız ifadelerden, siz de kurtulun gereksiz yere gülümsemelerden.
Sonuçta yapılacak şey listeleri boy boy uzarken, siz odanın ücra bi köşesine çekilip bunları yazıyor olabilirsiniz.

Bırakalım eski-yeni çatışsın.
Kızlar ilk sigaralarını içmelerini kutlasın.
İlk öpücük bıdıbıdısıyla sevişsin çiftler.
Bırakalım bir bütünlük içinde kaybolup, bulsunlar insanlar birbirlerini. Bırakalım gitsin trenler vaktinden 5 dakika önce, koşsun insanlar küfür eşliğinde. Bırakalım rüzgar alsın götürsün insanların göz yaşlarını, yağmura karıştırsın duyguları. Bütün monotonluğuyla sıksın bizi hayat, iki dakika insan olalım vicdan sınırlarında. Sarhoşlar iki ileri bir geri sallanırken, gel biz başından sarhoşu olalım bu işin. 
Bırakalım. 

şimdi düşün düşü çok,parası az olanın hayattan aldığı hazzı.
“üzgünüm, bizim için ötene kadar kuşlar. kuş olup uçmaya koca bir dur.”
düşünüp dururken cadde başı tekel bayi rıza amca, ben çok az şakalaşırım hayatla. üstüne iki kuruşluk sevgiye muhtaçken insanlar
sevgi satarım hergelelerde.
şimdi düşün düşü az, sevgisi bol, bilgisi toy insanımı. şimdi düşün rıza amcayı,kuşları,iki kuruşu,hazzı.
şimdi düşün dur.
Küllükler beklesin yan koltukta, biz aynı monotonluğumuz ile içimize çekelim sigaralarımızı. Olmazsa olur diyerek dizlerine yaslarım başımı. Sen saçlarımı düzeltirken ben yüz hatların ile bakışırım. Her şeyin sonu vardır der keserim gözlerinle ilişkiyi. Tenin ile vedalaşırım. Sen uzatırken bana sigaranı aslında seni çekerim ben içime. Kaç yaşına gelmişsin, hala çocuksun bakışları atarız birbirimize. Öyle ki, iki dakikalık pişmanlığımız ayırmaz döndürür koltuk sevdalarımıza bizi. Sesini kıskanırım,kaşını kıskanırım. Kıskanırım da kıskanırım. Şimdi şöyle bir sorun ki sevgili, olmayan seni kendimden kıskanırım.

“Ayrıca noktalama işaretlerine esir olma. Virgül koyulan yerde dur diyen yazarın feryadına kulak verme ve cümlelere saçma sapan anlamlar yüklemeyi bırak. Bazen bir yazar sadece basit bir cümle kurmak istemiştir çünkü.”


kapıyı açık bırakma, soğuk
ama müziğin sesini açık bırakabilirsin. yine soğuk.
şimdi karşımda 1 metre aralıkla gözünü kırparken bana
bütün karşı devrimleri gerçekleştiriyorlar sevgililer.
sevgililik.
birbirine ait olmayı söze dökmek sevginin eşiğini adlandırmak falan işte.
şimdi sen karşımda olsan
1 metre aralıkla hani
göz kırpsan
bütün o karşı devrimler bir anda ölür. 
bir paket sigaranın getirdiği mutluluktan ölünmez mesela.
kar yağdığında dışarı fırlayan çocukların mutluluğu falan yok ya da.
düşünmeyelim bunları.
kapıyı açık unutma.

Sonuçta güzel izlerdin yağmuru. Severek izlerdin.


Elalem sus pus izlerdi yağmuru. “Elalem” sonuçta. Sen yanağını yapıştırırdın pencereye. Ve hangi bacadan çıkan dumandı bilmezdin, kapatırdı az buz gözüken gökyüzünü. Dolaşırdın bütün odaları, yağmuru en güzel gösteren pencereyi arardın. Bulurdun.


“Çok yemek yiyen fakat bir türlü kilo alamayan insanların bağırsaklarında yaklaşık 1.5 metre kadar boyu olabilen kurtlar oluşuyomuş. Kurt. Küçük olan. Aşırı yemeden bunlar. Mideden “glu glu” sesler gelmesine yol açıyo, antibiyotikle geçiyo.”
“Naci gel üşüyeceksin.”
Yan apartmanın balkonunda konuşulan konu hep daha güzeldir. Ne bileyim. Yağmur yağdığında bile balkona minder atıp çay demleyen, ailecek saçmalayan insanlar tanıyorum. Bi kıskanıyorum.

İplere çekilirdi çocukluğum, siz ip atlarken rüyalarınızda. Bazen mendilinize ihtiyacım olurdu ağlarken, duymazdınız. Bazen nefes almayı unuturdum, hatırlatmazdınız. Hep bir şeyler beklerdim diğerlerinden. Hiç uyarmazdınız. 
“Özledim ulan! Duygularımı özledim!”. Sızlanırdım hep. Yaşanmışlıkları unutur devam ederdim. Bir gün hatırlar geri dönerdim. Önümü kesmezdiniz. Ne zaman içim dolsa olan bitene, birileri görür diye ağlamazdım. Sırtımı ovuşturmazdınız. Dik dik bakardınız.
Ne zaman ki sizin kalbinizi kırsam. Hatırlardınız beni. Bencilliğimi gördüğünüz an, kaçardınız.

İlk sigarasında başı dönen kız çocuğu samimiyetidir bu.

Fütursuzca dans eden sabaha kadar,bi adım öne. 
“Beynini bir yerlere emanet edip iki dakika ona bakıp çıkacaktı.” yalanı bi adım öne. 
Sözlerini bilmediği şarkıya eşlik etme hastalığını yenip gelen, bi adım öne. Omuzlarıyla ritmi yakalayan,açık yaraya tuz basan kör cahil topal üçlüsü, bi adım öne.

“Bugün, geri kalan hayatımın ilk günü.”


  • Bu repliği çok sevdiğim gerçeği var.
  • Sürekli olarak gitmeyi düşünüyorum ama yapamıyorum.
  • Büyük bir döneğim ben.
  • 2 tane kitap aldım silüet çizimi için ve evet bi sik çizemiyorum hala.
  • Habire test çözenlere acıyorum bir de.
  • Balkon, yorgan, yastık, sahil manzarası ve kısık müzik denen bir şey var.
  • Başka bir şeye ihtiyacım olduğunu sanmıyorum.
  • “Acım sürekli ve keskin. Hiç kimse için daha iyi bir dünya dilemiyorum.”
  • Bir de;
  • “Peki ya yarın diye bir şey yoksa, bugün yoktu mesela.”

Sanırım böyle olmak zorunda.
Sevdiğim herkes bırakmalı beni. Bir rutine bağlamış gibi.
Bir ton öğüt uçuşur aramızda. Sevgi sözcükleri. Güven. Ya da her neyse bunun adı. Tonlarca isim sayabilirim burada. “Benimsin” dediğim çok kişi oldu. Arkadaşım, sevgilim… Hele kimi hepsinden öte. Hayatımın merkezi olmak, ulaşılması gereken bi hedefmiş gibi. Sonra toplayıp tüm taşlarını, geri çekilmek.
Şaka gibi. En derin korkularımı, en güçlü hislerimi, kimsenin görmediği ve belki de asla görmek istemeyeceği yanlarımı bilen adam…
Kaç kere duydun ağladığımı? Kaç kere lanet okudum herşeye? Kaç kere dedim yalan söyleyemesindense her şeye razıydım diye?
Yüzüme indireceğin bir tokat daha mı az acıtırdı sanıyosun bundan?
Hayat bir yerden yine mi aynı oynuyor bana anlayamıyorum. Bu sefer ben sormadım, sen söylemedin. Bu mudur?
Kaç kere ağladım arkandan bilmiyorum. Nefes alıyor olman için dua ettiğim geceleri buna yeğlerdim sanırım. Bir kez bile ellerini tutmadan, sarılamadan aşık olduğum bir adam vardı. “Kimse için ağlamaya değmez. Eğer bir gün senin canını yakan biri olursa beni hatırla.” derdi. Ona sığınıyorum yine.
Dur bir dakika. Senden az önce gitmemiş miydi o da? Unutmuşum pardon.
Hadi git şimdi.
Sen de.